9 Aralık 2013 Pazartesi

Kış ve kreş için bağışıklık desteklerimiz



'Kreşe/okula başlayan çocuk çok sık hasta olur.' denir hep.İnandığım şeyde haklı çıkmanın rahatlığıyla söyleyebilirim ki bu önerme doğru değilmiş.Kreşe başlayan çocuğun kaderi hasta olmak değilmiş.Doğru olabileceğine inancım zaten yoktu ama aklımın uzak bir köşesindeki 'acaba?'yı da kreşe rağmen hastalıksız bir kışı tecrübe etmekte olarak silmiş oldum.

Ali kreşe yaz tatili dönüşü,yani 4,5 ay önce tam 4 yaş itibariyle başladı.Henüz kışın ortasında olmamıza rağmen bu yazıyı yazmak istememin sebebi, çoğu kimse tarafından kritik olarak nitelendirilebilecek kreşin ilk aylarını ve havaların dengesiz olduğu mevsim geçişini arkamızda bırakmamız;kışın geri kalanının da bizim için farklı olmayacağına sonsuz inancım ve kış bitmeden tecrübelerimin belki bazılarınızın işine yarayacağını düşünmemdir.Daha önce bu yaşa sıfır ilaçla geldiğini yazmamdan sonra kimilerinin 'Hele bir kreşe başlasın da o zaman görüşelim.'diye düşündüğünü tahmin edebiliyorum.Hatta tahminden de öte,biliyorum.Bu düşüncesinde iddialı olanları haklı çıkaramadık ne yazık ki.

Bütün hastalıklar bağışıklık meselesidir.Kreşle,salgınla,mikropla,bakteriyle ilgisi yoktur.Bağışıklığımız güçlüyse o hastalığa yakalanmayız veya yakalansak bile olabilecek en hafif şekilde atlatırız.Bunu;gribi kiminin ayakta atlatması,kiminin yatak döşek yatması,kiminin ise gripten ölmesi şeklinde örnekleyebiliriz sanırım.İşte aslında hayattaki birçok şey gibi,hatta hayatın ta kendisi gibi sağlığa doğru bakış açısı da bu kadar basit.Temel kural bu kadar kolay.Basitliğin yadsındığı,karmaşıklığın yüceltildiği günümüzde,işte bu kadarcık basit bir kavrayış bile aklınızdaki sağlığa ait çoğu sorunun cevaplanmasını sağlayabilir.

Lafı fazla uzatmadan sonbaharın gelişiyle birlikte başladığımız desteklerden bahsedeyim kısaca:

1)LİMON 



Her sabah kahvaltıdan önce bir limon suyunu (suyu az çıkarsa iki limon sıkıyorum,bir çay bardağının dörtte üçü kadar oluyor miktar olarak) ailecek içiyoruz.Ayşe yarım limon içebiliyor henüz.Limonun soğukken pek suyu çıkmaz aklınızda olsun.O yüzden akşamdan çıkarıyorum dolaptan veya sıkmadan önce sıcak suyla dolu bir kapta biraz bekletiyorum.Haftada 7 kilo limon tüketiyoruz ortalama.Öncesinde veya sonrasında bir miktar su içmiş oldukları için sulandırmadan veriyorum.Yadırgamadan içiyorlar.

2)SARIMSAK


İki akşamda bir yani gün aşırı,yatmadan önce büyükse bir diş,küçükse 2-3 diş sarımsağı birkaç parçaya bölüp,o parçaları da biraz ezerek suyla hap gibi içiriyorum.Ezmek gerekiyor çünkü sarımsağın etken maddesi allicin o şekilde ortaya çıkıyor.Başta alıştırmam zor oldu ama şimdi yatmadan kendisi hatırlatıyor.

3)FERMENTED COD LIVER OIL 


Morina karaciğeri yağı.Fermente olanı makbul.Türkiye'de bulunmuyor.Amerika'ya giden birinden isteyebilir veya Amazon'dan alabilirsiniz.Geçen sene eşimin diş eti kanamalarında faydalanmak üzere almıştık.Sorunu hallolunca içmeyi bırakmıştı.Berbat bir tadı varmış fakat.Eşim öyle bir anlattı ki ağzıma bile sürmedim ben.Ama Ali'ye acımadan veriyorum,orası ayrı.Çocuklarda kullanımıyla ilgili tavsiyeler ve dozaj ayarlaması için şunu okuyabilirsiniz: Mama Natural Cod Liver Oil

Günlük yarım tatlı kaşığı yani bir çay kaşığı kadar kullanılması öneriliyor.Ben iki günde bir,yine yatmadan önce,bir çay kaşığı veriyorum.Tadından dolayı tek başına vermekten korktuğumdan,aşağıda yazdığım bal karışımıyla karıştırıyorum.


                                       (Şimdiye kadar kimse 'cod liver oil'ın tadını seviyorum dememiştir.)

Faydalarıyla ilgili şu yazıya da bir göz atmak istersiniz belki: Benefits of FCLO

4)ÇÖREKOTU VE ZENCEFİLLİ ORGANİK BAL

Küçük bir kase balın içine göz kararı çörekotu ve toz zencefili karıştırıyorum.

5)KEFİR


Evde yaptığım kefiri yaz kış düzenli tüketiyoruz.Probiyotiklerden zengin besinlerin bağırsak florasını sağlam tutarak bağışıklığı ne kadar güçlü kıldığını anlatmama gerek yok zaten sanırım.


Bunlar adı üstünde sadece destek.Esas olan daha önce de belirttiğim gibi genel olarak bağışıklığı destekleyen bir yaşam tarzı sürmektir.Yani meyve ve sebzeden zengin doğal beslenme,herhangi bir hayvanın sütünü içmemek onun yerine bitkisel sütlerden (badem,susam ve kendir) faydalanmak,sebze-meyve ve faydalı tohumlarla hazırlanmış 'green smoothie'leri kafaya dikmek,yeterli uyku,her gün açık hava (dolayısıyla yeterli D vitamini),bol hareket,el yıkamaya (asla antibakteriyel sabunlarla değil) önem vermek gibi.Şimdiye kadar hiçbir ilaç kullanmamış,özellikle ateşe müdahale etmemiş olmamın da onun güçlü bağışıklığı üstünde çok önemli bir yere sahip olduğunu biliyorum.

'Çocuğuma bunları asla yediremem/içiremem.' gibi yakınmalara asla ikna olmayacağımı belirtmek isterim bitirirken.Kendi çocuklarım haricinde hiçbir çocuğun huyunu suyunu annesi kadar bilemeyeceğimden bu konuda kimseye yardımcı olamam ama istenirse mutlaka bir yol bulunur,anneler bulur,ondan eminim.




13 Kasım 2013 Çarşamba

Amaan sağlıklı olsun da...

                                                            'Anneler...Doğumunuzu sahiplenin.'

Başlıktaki cümleye katılmamak mümkün mü?Tabii ki her şey gelip geçtikten,doğum bittikten,bebeğimizi kucağımıza aldıktan sonra herkes tarafından istenen ve beklenen budur.

Fakat doğumuna hazırlanmayanlar,doğumuyla ilgili sorumluluk almayıp,tüm sorumluluğu bu devirde en hafif tabirle 'saflık' örneği göstererek,'doktoruma güveniyorum' adı altında doktoruna bırakanlar tarafından (güven iyidir,kontrol daha iyidir) sanki daha farklı bir vurguyla telaffuz ediliyor gibi geliyor bana.O vurguyu duydum mu,ki bu genelde diyalog fazla ilerlemeden hemen başlarda sarfediliyor,o konuşma benim için başlamadan bitiyor.Karşımdaki bu konu üzerinde araştırmaya hevesi olmadığını ya da öneri duymaya isteği olmadığını bu cümleyle anlatıveriyor. Bunu çok defa tecrübe ettim.

Sonuçta arzu edilenin annenin ve bebeğin sağlıklı olması,doğum sürecine -doğumun esas sahibi olduğumuz halde- ağırlığımızı koyamayacağımız anlamına mı gelir? Süreci yoksaymamızı mı gerektirir?Sağlıklı olmaktan kastımız sadece nefes alıp verir halde,hayatta olmak mıdır?

Anne ve bebeğin doğum sonrasında azami sağlıkta olabilmesi için öncelikle sorgulamamız,sonrasında çok iyi araştırmamız gereken ana başlıklar var: Epidural,suni sancı,epizyotomi,doğumdan sonra kordonun kan atımı bitmeden kesilmesi,bebeğe yapılan K vitamini iğnesi ve Hepatit B aşısı,ten tene temasın en kısa sürede sağlanması gibi.Bu başlıkların kâr-zarar hesaplarının çok iyi yapılması,enine boyuna araştırılması gerekir.Çünkü hepsinin anne ve bebeğin sağlığına kısa ve uzun vadede,olumlu veya olumsuz etkileri olabilir.

Hayatımızdaki pek çok özel güne doğuma hazırlandığımızdan çok daha fazla emek ve mesai harcıyoruz.Evleneceğiniz güne ne kadar öncesinden hazırlanmaya başladınız bir düşünün.Veya çocuğunuzun doğum günü partisine?

Doğuma hazırlanmak sadece hastane odasını nasıl süsleyeceğini veya doğumdan sonra dağıtılacak şekerleri düşünmek demek değildir.

Çok daha fazlasını gerektirir.







9 Kasım 2013 Cumartesi

Tuvalet iletişimimizin özeti/Bezsiz Ayşe


'Bezsiz Bebek' kitabıyla ilgili daha önce yazmıştım.O zamanlar Ayşe'ye hamile bile değildim fakat yöntem aklıma yatmıştı,doğduğu zaman uygulamaya niyetliydim.Aslında esas niyetim doğduğu zaman başlamaktı,o yazıyı yazarken öyle düşünmüştüm fakat sonra doğumun telaşı,iki çocuklu hayata alışma,evin düzeninin değişmesi falan derken unuttum gitti.Aklım başıma Ayşe 5 aylık olduğunda geldi.Daha da gelmeyebilirdi aslında ama şansıma şu yazılar çıktı karşıma o dönem:

Bezsiz Bebek Fizyolojisi

Bezsiz Bebek/Tuvalet İletişimi Yöntemi

Geç başlayanlar için (5-18 ay) tuvalet iletişimi

Bunların üstüne son derece kararlı bir şekilde bezi çıkardım.Ve tabii ki sıradaki ilk çişten payımıza düşeni aldık.O ilk hayal kırıklığı yerini 'Ne yani?şimdi bütün zamanımı bir dahaki çişi bekleyerek mi geçireceğim?'e bıraktı ki bu soru iki çocuklu evin zaten yeterince yorduğu zihnimde soğuk duş etkisi yaptı,zavallı aklım bunu algılayamayarak bir süre dondu kaldı.Ve evet bir sonraki çişi de anlayamadık,ıskaladık ve takip eden aylarda daha birçoğunu da.Ama evde bir daha hiç bez takmadım,uyuduğu zamanlar dışında.Aslında bezsiz yatırmayı da kendimi biraz zorlasam becerebilirdim fakat uyandığı anda yataktan hemen kalkıp tuvalete götürmek bana zor geldi açıkçası.Çoğu sabah uyandıktan sonra kısa bir süre kendi kendine oyalanıyor ve bu dakikalar benim için altın değerinde.Ve bu zamana kadar yerlerden temizlediğim çiş sayısı 2 yaş itibariyle tuvalet eğitimi verilmeye çalışılan bir çocuğun 'kaza'larından daha fazla değildir ama,bunu rahatlıkla söyleyebilirim.Kakayı ise nerdeyse başladığımız ilk günden beri hiç kaçırmadık diyebilirim.Evet,5 aylıktan bu yana hiç kakalı bez yıkamadım.

Yukarıda linklerini verdiğim yazıları okursanız bu süreçte dönem dönem duraklamaların olabildiğini göreceksiniz. 'Tuvalet iletişimi'nde bulunan her anne-bebek gibi biz de bu zorlu(!) yollardan geçtik.Dişti,ataktı derken 1 yaşı devirdik.Ve 1 yaşla beraber iletişimimiz adeta akmaya başladı.Hatta coştu.Bütün çiş ve kakalar hiç sektirmeden,gayet net ve itinayla söyleniyor.Geceleri bezlemeye devam ediyorum ama yine,uyku tatlı gelmeye devam ediyor çünkü bana.Dışarı çıkarken de havalar soğuduğundan ne olur ne olmaz diye bağlıyorum fakat onu da bırakmamız an meselesi.Çünkü söyledikten sonra uygun bir yer veya tuvalet bulup yapmasına yardımcı olana kadar tutuyor.

Aşağıdaki videoda bir bebeğin nasıl 'işaret' verdiğini göreceksiniz. Daha fazlasını isterseniz Youtube'a 'elimination communication' yazarak birçok başka video izleyebilirsiniz.




Evet,bizim özetimiz bu şekilde en kısa haliyle.Tuvalet iletişiminin de özeti şu paragraf bana kalırsa:

''Tuvalet iletişimi terimi ilk kez Ingrid Bauer tarafından 2001 yılında ortaya atılmış. Bauer’e göre tuvalet iletişimi, bir bebeği emzirmek veya kucağınızda taşımak gibi somut ve pratik bir davranış. Ve bu davranış, ideal olarak, sevgi ve şefkâtle sürdürülebilir. Tuvalet iletişimi, özünde, bebeğin ihtiyaçlarına cevap vermektir. Tuvalet iletişimi ile ilgili diğer her şey —bezden kaçınmak, daha az para harcamak, çevreye olan etkileri, kuru bir yatak, daha az iş— ikincildir.

Bir bebekle tuvalet ihtiyacı üzerine iletişime geçmek tuvalet bağımsızlığını öğretmeye odaklanmış lineer bir süreç değildir. Nasıl emzirmenin hedefi, emzirmeyi bırakması değil de beslenmesidir, tuvalet iletişimi de emzirme gibi, bebeğin ihtiyaçlarına cevap vermenin bir yoludur. Tuvalet bağımsızlığı elbette kaçınılmaz bir sonuçtur ama tuvalet iletişiminin asıl hedefi değildir. Emzirmenin de tuvalet iletişiminin de esas amacı, bebeğinizle sevgi dolu bir şekilde ilgilenmektir, şimdi, şu anda.''

22 Ağustos 2013 Perşembe

İlaçsız 4 sene

                               'En iyi ilaç,insanlara ilaca nasıl ihtiyaçları olmayacağını öğretmektir.'

Yıllar önce gittiğim bir konserinde Sezen Aksu orkestra arkadaşlarıyla arasındaki muhabbetin güzelliğini anlatırken seyircilere 'Aman ha,gözünüze mukayyet olun!' diyerek gülmüştü nazar değmesinden korktuğunu belirterek.

Aynı şeyden korkan biri olarak bu yazıya başlamadan önce bu söz geldi aklıma birden. :)

Oğlum birkaç gün sonra 4 yaşını bitiriyor.Bir anne olarak belki de bana en mutluluk veren şeylerden biri onu bu yaşa 0 (evet yazıyla sıfır,ne bir kaşık şurup,ne ateş düşürücü ne başka bir şey) ilaçla getirebilmiş olmamdır.Hiçbir tahlil yaptırmamış ve bir kez bile kan aldırmamış olmamız da cabası.Fazla hastalandığını da söylemeyeceğim çok şükür.Birkaç kere en fazla iki gün süren nezle,birkaç sefer ateşlenmesi ve yine ağır ateşli seyreden el-ayak-ağız hastalığı dışında bir hastalığı olmadı.En son doktora 1 yaşındayken gitmişti.Bir daha da gitmedi.Bu süre içinde bahsettiğim hastalıkları geçirirken bile doktoru aramışlığım yoktur.Hali hazırda bir doktoru da yok zaten.

Bunun için inanarak uyguladığım şeyler var tabii ki.Uzun uzadıya yazacak vaktim ise yok.Fakat kısaca özetlemeye çalışayım.En önemli nokta ilaçsız bir yaşam olabileceğine,vücudun kendi kendisini iyileştirme kabiliyetine sonsuz bir şekilde inanmak,ilaç dışı rahatlatma yöntemleri hakkında nispeten bilgi sahibi olmak ve modern tıbbın günümüzdeki pratiğine eleştirel bir gözle bakabilmektir.Çocuklarımın sağlığının ve kendi sağlığımın sorumluluğu öncelikle bana ait,herhangi bir doktora değil.Bu konuda durduğumuz nokta burası olabilirse eğer,herhangi bir hastalık karşısında tavrımız da son derece soğukkanlı olabiliyor.İşin püf noktası bu bana kalırsa.

Bu temelin dışında,düzenli beslenmesine ve uyumasına son derece dikkat ettiğimi söyleyebilirim.Özellikle son bir senedir kendisi meyve,yemiş ve çiğ sebze ağırlıklı besleniyor.Karışmıyor,saygı duyuyorum.Bolca badem sütü tüketiyor.İnek sütü hiç içmedi.Bu konuda görüşler farklı olsa da kendim yeterli araştırmayı yaptığıma inandığımdan beri,bunun hastalanmamakta önemli bir etken olduğuna inancım son derece kuvvetli.İlgileniyorsanız inek sütünün,hele hele pastörizasyon vb. işlemlerden geçmiş sütün zararını lütfen kendiniz araştırın.

Bebekliğinden beri -kışın en soğuk havalar da dahil- dışarı çıkmadığımız gün olmadı.Kışın evde kalorifer yaktığımız zamanlar bile sınırlıdır.Sadece soğuk kırılsın diye bir müddet yakar,sonra kapatırız.Evin sıcaklığı 22 derecenin üstüne çıkmaz.

Soğuktan,tozdan,topraktan yani doğal olan hiçbir şeyden sakınmam fakat kimyasallardan olabildiğince uzak dururum.

Ateşi severim.Asla müdahale etmem.Müdahale etmemek bir yana ölçmem bile.Kaçsa kaç,önemi yok nasılsa. :) Ateş bir hastalık değildir,vücudun hastalıkla başa çıkma yöntemidir. 'Give me a fever and i can cure the child.' demiş Hipokrat bile.Yani 'Bana ateş verin ki çocuğu tedavi edebileyim.'

Bağışıklığı destekleyen yaşam tarzımızın yanında huzurlu,sevgi dolu ve duygularını ifade edebilmesinin desteklendiği aile ortamı,şefkatli dokunuşlar,bol bol sarılışlar da önemli elbet.Yaz kış güneşten azami faydalanmak,asla güneşten koruyucu krem kullanmamak,kışın vücudunun elektriğini alması için şifalı olduğuna inandığım tuzlu su banyoları da son anda aklıma gelenler.

İnsanın içselleştirdiği bir inanışı ve yaşam tarzını anlatması zor aslında.Elimden geldiğince ifade etmeye çalıştım yine de.Darısı kızımın da başına diyeyim.

Bu sene kreşe başladı.Kreşle beraber hastalıkların da başlayacağı söylenir hep,bakalım yaşayıp göreceğiz.Desteğin dozunu arttırmayı planlıyorum sadece.Çocukluk çağı hastalıklarından korkumuz yok evelallah.

Daha kötüleri de bütün çocuklardan uzak dursun zaten...




15 Mayıs 2013 Çarşamba

Doğum videom



Youtube'daki evde doğum videolarında Türkiye'yi temsil ediyorum. :)

13 Şubat 2013 Çarşamba

İmza:Kızın*




Geçen akşam baktım Eren konuşuyor,Ayşe gülüyor.Birden kızımda kendimi gördüm,Eren'de seni.Sahi,bir zamanlar ben de senin işte bu kadar minicik kızındım.Kimselerin kucağına vermediğin,o hastayken lokmaları önce kendin çiğneyip ağzına verdiğin,kuş gibi beslediğin...Bilinen lafın aksine,görmemişin kızı olmuş misali...

Bazen çocukluğundan bahsedersin baba,ağlayasım gelir.Hiç kıyamam senin çocukluğuna,küçücük yaşta çalışmana,öğle aralarında Ankara tavası yaptırıp,belki de boyundan büyük tepsiyi soğumasın diye ellerin yana yana,koşa koşa evine taşımana...Annelik ne tuhaf...Senin çocukluğuna da annelik yapasım geliyor bazen.Çocukluğunu bana verseler,kendi çocuklarımın imkanlarında bir çocukluk yaşatabilsem ona da...Öpsem,koklasam,sımsıkı sarılsam çocuk Ferruh'a...

Gençliğinde top oynadığı takımın kaptanı olduğundan arkadaşları için hep 'Kaptan Ferruh' kalan babam...

Geçen yıl Fenerbahçe'nin başına gelenlerden,başkanın içeri alınmasından sonra hasta olup yataklara düşen 'hasta Fenerli' babam...Çok şükür futboldan (senin kadar olmasa da) anlayan Fenerli bir damat bulabildim sana,yoksa dilinden kurtulamazdım yıllarca.

Sadece futboldan değil bütün sporlardan anlayan,sumo güreşçilerinin bile adlarını ezbere bilen,gece yarılarına kadar snooker,boks ve tenis maçları seyreden,Federer yenilince hayata küsen babam...

Bayramlarda bayram namazına gitmesini bekleyen anneme 'Bir imamla evlense çok mutlu olurmuş bu kadın!' diyerek bizi güldüren beynamaz babam...Yine de doğduktan sonra çocuklarımın kulaklarına ezan okuyandın.

Bizi hep güldüren,her an espri düşünen,yaptığı esprilere de 'Ben yaptım,gülmek en çok benim hakkım.' diyerek herkesten çok gülen babam...

Kafası çalışan,sorgulayan,düşünen babam...Bilhassa memleket meselelerine kafa yoran,şimdilerde olup biteni yıllar öncesinden gören,söyleyen solcu babam,sosyalist babam,muhalif babam...

Önüne ne zaman ne konulursa hiç itiraz etmeden yiyen,yemeyi olduğu kadar yedirmeyi de seven babam...

Bilmediği tek bir Türk Sanat Müziği şarkısı olmayan,son zamanlarda 'Keşke zihnimdeki binlerce şarkıyı ben ölmeden senin zihnine kopyalayacak bir teknoloji geliştirilse Öykü.' diye hayıflanıp duran kulağı güçlü,sesi güzel babam...


Senin bir gün ölme ihtimalin en büyük korkum oldu yıllarca ve belki de öyle hala...Neyse ki 120 yaşına kadar yaşayacağının garantisini verdin de biraz olsun sıyrıldım bu korkumdan.

Yüzünün,her mimiğinin fotoğrafını gözlerimle çekip zihnime kaydetmişim baba.Yaşadığım müddetçe silinmez bunlar hatıramdan.Ayrı şehirlerde oluşumuz hep bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi hissettirse de çoğu zaman,yetiyor gözümü kapatmam seni özlediğimde o fotoğraflara doyasıya bakmama...

Şifalı ve şefkatli ellerini alır yanaklarıma koyar,defalarca öper,öperim...

Seni tarifsiz seven kızın

Öykü




*'İmza:Kızın'ın tanıtım filmi burada.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...