28 Kasım 2010 Pazar

Emzik vermek ya da vermemek




Ali son aylarda emziğe anne memesinden daha bir düşkün oldu.Emerken bile gözü emzikte,birden emmeyi bırakıp,kalkıp emziğe atılıyor.Daha uzunca bir süre emzirmek istediğim için bu olay canımı sıkmaya başladı.

Zaten hiçbir zaman çok meme düşkünü olmadı bizimki.Hayır,emzirmeyi bırakmak isteyen annelerin bebekleri düşkün olur,bırakmak istemez;bizde de tam tersi ben ne kadar meraklıysam uzun emzirmeye o da o kadar emziği memeye tercih eder durumda.



'Keşke baştan hiç alıştırmasaydım.' diye düşünür oldum şimdi.Çünkü o istemediği,ağzına verdikçe attığı halde biz parmağımızla atmasın diye ağzında tuta tuta alıştırdık.İlk 10 gün falan vermemiştim,emmeyi öğrenebilmesi için ama sonra biraz da 'Ver bak,sen de rahat edersin,çocuk da rahat eder.','Emzik almazsa parmağını emer,battaniyesini emer,illa ki emecek bir şey bulur.' gibi çevre dolduruşuyla dediğim gibi biraz zorlayarak da olsa alıştırdık.Rahat etmesine ettim evet,özellikle uykuya geçişlerde.Gerçi uyurken de emziğini düşürdüğü için defalarca uyanarak bunu bir rahatlık olmaktan çıkartıyor(du) ya neyse.Hatta çocuğu emzik almayan diğer anneler hep gıptayla bakarlar emzikli çocuklara, 'Ne güzel,alıştırmışsınız.' diye ama bilemiyorum işte,içimden bir ses 'keşke' diyor yine de...



'Emziği çocuk icat etmiştir.' diyordu Prof.Dr. Sabiha Paktuna Keskin dinlediğim bir tv programında,verilmesinin kötü bir yanı olmadığını vurgulamak adına.Evet ilk 18 ay çocukların oral dönemi.İster anne memesiyle,ister emzikle,ister biberonla ama mutlaka emme güdüsünün doyurulması gerekiyor.Eskiden emzik olmadığı için tülbentin içine lokum koyup verirlermiş bebeklere emzik niyetine;anneleriniz,anneanneleriniz bilir.



Belki çalışan anneler ve dolayısıyla onların bebekleri için daha elzem bir şey ama ben zaten çalışmıyorum.İstediği her an memelerimi sunabilirdim,bundan hiç de rahatsız olmazdım,hatta birçok annenin kabusu(!) olan çocuğun memede uyumaya alışması benim en büyük isteğim(di).



Kellymom'a göz attım bir de,kabaca özetlemeye çalışacak olursam:



Emzik vermeden önce neleri göz önünde bulundurmalıyız?


  • Emziği asla emzirme yerine veya iki emzirme arasını uzun tutma amacıyla vermeyiniz.

  • Emzik kullanan çocukların emzik kullanmayanlara göre anne memesini daha çabuk bıraktıklarına ilişkin çalışmalar bulunmaktadır.Katı gıdaya geçtikten sonra,emme güdülerini meme dışındaki bir şeyle doyurmaya eğilim gösterirler.

  • Emzik kullanan çocukların ağzında -anne memesine de bulaştırabileceği- pamukçuk oluşması daha sık görülür.

  • Emzik kullanımıyla kulak enfeksiyonun artması arasında doğru orantı olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır.

  • Emziğin ucu koparak ya da bağlı olduğu ip çocuğun boynuna dolanarak boğulmaya sebebiyet verebilir.(Yok denecek kadar az bir ihtimali olsa da.)Ayrıca lateks alerjisi vakaları da artmaktadır.Bu nedenle silikon emziği latekse tercih etmenizde fayda vardır.

  • Uzun süreli emzik kullanımı dişlerde dizilim bozukluğuna,yumuşak damak ve konuşma sorunlarına yol açabilir.

  • Bebeğe emzik vermek,emzirme dönemi içinde annenin yumurtlama ve hamile kalma ihtimalini arttırır.Emzirme sıklığınıza ve diğer başka faktörlere bağlı olan 'verimli emzirme' ,doğumdan sonraki ilk 6 ayda % 98,sonraki 6 ayda ise % 94 etkili olan bir doğum kontrol yöntemidir.

'Emzik vermeyi düşünüyorsanız bile bebeğin anne memesinden emmeyi öğrenebilmesi için en azından ilk 3-4 hafta içinde vermeyiniz.' diyor yazının en başında da.


Bir de Osho Çocuk'tan biraz genişçe bir bölüm alıntılayarak kapatmak istiyorum konuyu:


Bedeni dinle.Bedeni izle.Hiçbir şekilde asla,asla bedene hükmetmeye çalışma.Beden senin temelindir.Bir kez bedenini anlamaya başladığında,mutsuzluklarının yüzde doksan dokuzu basitçe kaybolacak.Ancak sen dinlemiyorsun.


Çocukluğumuzdan itibaren bedenimizden uzaklaştırıldık,bedenden ayrı tutulduk.Çocuk ağlıyor,çocuk aç ve anne ise saate bakıyor.O çocuğa bakmıyor.Eğer çocuğa yiyecek tam şimdi verilmezse,onu bedeninden ayırmış olursun.Ona yiyecek vermek yerine emzik verirsin.Şimdi onu kandırıyorsun,ona ihanet ediyorsun.Ve sen sahte,plastik bir şey veriyorsun ve bedenin duyarlılığını yok ediyor ve kesintiye uğratmaya çalışıyorsun.Bedenin bilgeliğinin konuşmasına izin verilmiyor ve zihin araya giriyor.


Çocuk emzik tarafından pasifleştirilir,uykuya dalar.Şimdi saat,üç saatin geçtiğini ve çocuğa süt vermen gerektiğini söyler.Şimdi çocuk derin bir uyku uyuyor,şimdi onun bedeni uyuyor;onu uyandırırsın,yine onun ritmini yok ediyorsun.Yavaş yavaş onun tüm varlığını bozarsın.Bedeniyle tüm ilişkisini kaybettiği bir an gelir.Bedeninin ne istediğini bilmez;beden yemek istiyor mu istemiyor mu bilmez;beden sevişmek istiyor mu istemiyor mu bilmez.Her şey dışarıdaki bir şey tarafından manipüle edilir.''

22 Kasım 2010 Pazartesi

Üç soru




Bir bebek sahibi olduğunuzda doktorunuza sormamanız gereken üç soru vardır.


Burada bir parantez açıyorum.Bence aslında bir hastalık durumu dışında doktora sorulması gereken bir soru hemen hemen yok gibidir.Ne hamileliğim boyunca doktoruma, ne de Ali doğduğundan beri çocuk doktorumuza tek bir soru dahi sormuşluğum yoktur.Eşim bu konuda şahidimdir.Gerçi geçen yazımda belirttiğim gibi keşke gebeliğimin en başında doktorun tavrını ve tarzını anlamak adına onu bir doğal doğum sınavına çekseydim evet,ama bunun dışında 'Ne yemeliyim?Ne içmeliyim?Şuraya gitmeli miyim?' tadında/tarzında sorularım hiç olmadı.Bunu asla övünmek ya da 'Haha!Bakın ben ne kadar akıllıyım,her sorunun cevabını biliyorum.' demek için değil,fakat doğumun ve çocuk yetiştirmenin aslında ne kadar doğal ve iç güdüsel olaylar olduğuna dikkat çekmek için söylüyorum.


Bazen çevremde bana oldukça tuhaf gelen şeyler duyuyorum.Mesela bebeği olan bir tanıdığım doktora 'Yanında klima açabilir miyiz?' diye soruyor?!Böyle bir soru sorarken doktordan nasıl bir yanıt duymak isteniyor,merak ediyorum doğrusu.Doktor 'Zinhar!Klimayı asla açmayın!' dese, cehennem gibi sıcakta çocuğu pişirecekler mi?Ya da 'Açın açın,bir şey olmaz.' dese sonuna kadar açıp donduracaklar mı?Bunun ortası doktora sorulmadan bulunamaz mı acaba,gerçekten anlayamıyorum.Yahut,çocuğun hangi ayda hangi oyuncaklarla oynaması gerektiğini doktorun mu söylemesi lazım?Çocuğu gözlemleyerek sonuca varılacak bu kadar basit bir olayı bile doktorun ağzından duymak istemek niye?

Günümüz insanı en çok kendisiyle ilgilenilsin,kendine ait en ufak bir olay bile büyütülsün,en doğal olayların bile olumsuzlukları vurgulansın istiyor galiba.Gebe bir kadın düşünün mesela,doktor gebeliğini ne kadar abartırsa,önüne ne kadar çok yasak listesi koyarsa,risklerden ne kadar çok bahsederse o kadar iyi ve kıymet verilen doktor oluyor.Rahat,olayı normal karşılayan doktorlar istenmiyor,tercih edilmiyor.Çocuk doktoru seçiminde de aynı şey;doktor ne kadar çok yorum yaparsa,aman ona dikkat edin, aman şöyle yapın,aman bunları yedirin gibisinden, o kadar iyi doktor oluveriyor bir anda anne babanın gözünde.


Çocuk doktoru konusunda şimdilik, bu anlattığım sebeplerden şanslı olduğumuzu düşünüyorum.Daha ilk gidişimizde bana 'Annelik iç güdüsel bir olaydır.' dedi ve bence noktayı koydu.Takip eden aylar boyunca da dediğim gibi ne ben fazladan bir soru sordum ne de o fazladan bir yorum ve tavsiyede bulundu.


Ali'nin 1 yaş kontrolünde ölçüp tartıp,çocuğu gözlemledikten sonra demir ve vitamini verip vermediğimi sordu.'Vermiyorum.' dedim.'Ben de çocuklarıma vermemiştim.' dedi.Kendisinin de biri 11 yaşında iki oğlu var.Vermiyorum evet,çünkü beslenmesine son derece dikkat ediyorum,dışardan bir takviyeye ihtiyacı olmadığını düşünüyorum.1 yaş kontrolünde kan alınıp tam kan sayımı yapılması da ülkemizin bir rutinidir,onu da yaptırmak istemediğimi söylediğimde bana yine aynı cevabı verdi. 'Bir dahaki ay gelin,grip aşısını yapalım.' dedi,'Onu da istemiyorum.' dedim ve kendisinden yine aynı cevap! 'Ben kendi çocuklarımı devamlı gözlemlediğim için bunların hiçbirine gerek duymadım.Fakat buraya gelen çocukları devamlı görmediğimiz için,biz bunları önermek zorundayız.' dedi.'Ben de en az sizin kadar iyi gözlemliyorum çocuğumu,merak etmeyin.' dedim ve konu kapandı.Ben de parantezi kapatıyorum.



Evet,doktora sormamanız gereken üç soru vardır demiştim.Bunlar:


  1. Bebeğimle beraber ( aynı odada veya yatakta) uyumalı mıyım?

  2. Bebeğimi ne kadar sürede ve sıklıkta emzirmeliyim?

  3. Bırakayım ağlasın mı? (cry it out)

Doktorlar hastalıkların teşhis ve tedavisiyle ilgilenirler.Sizin çocuğunuzla kuracağınız ebeveynlik ilişkisiyle değil.


(Dr.Sears,The Baby Book'tan...)

21 Kasım 2010 Pazar

'Keşke'lerim ve 'iyi ki'lerim...




'Doğal doğuma doğru' Kuraldışı Yayınevi tarafından basılmış,içerisinde 20 annenin normal doğum hikayesinin yer aldığı bir kitap.İmrenerek hatta biraz kıskanarak okudum desem yalan olmaz bu hikayeleri.Ve tabii hayranlıkla...O annelerin bilgilerine,kararlılıklarına,kendine güvenlerine...

Kuzu kuzu doğum masasına yatmak yerine,dişi aslan kesilip de doğurmalarına...


Kendimi düşündüm sonra...Yaşadıklarımı,pişmanlıklarımı...


'Keşke'lerim var evet,hem de çok.Ama bu 'keşke'ler aynı zamanda -eğer olursa- ikinci doğumumun 'plan'ları.Bunları keşke ilk doğumumda da bilseydim,pişmanlığım ağır bu yüzden...

Gel gelelim bugüne...



Şimdiki aklım olsaydı:

  • Hamilelik sürecim boyunca 'Bu hafta parmakları oluşmuş,bu hafta gözlerini kırpabiliyormuş.' gibi gereksiz bilgileri okuyup boşa vakit geçireceğime,doğal doğum hakkında okur,bilgilenir,ilgili gruplara üye olur,doğumun aslında 'ne' olduğunu ve nasıl olması gerektiğini öğrenirdim.Öyle 'normal doğuracağım ben' demekle olmuyormuş bu işler.Okumak,bilgilenmek,doğuma hazırlanmak gerekiyormuş.

  • Daha ilk görüşmede doktorun doğal doğuma nasıl baktığını anlamaya çalışır,sorular hazırlayıp yöneltir,içime sinmeyen en ufak bir lafı,bir hareketi hatta yüz ifadesi olsa bile doktor değiştirirdim.Ve bunu 'doğru' doktoru buluncaya kadar bıkıp usanmadan yapardım.

  • Her ay kontrole gitmez,ultrasona girmezdim.Sadece 12.hafta bitiminde bir kez ultrasona 'evet' derdim.Veya tüm gebelik süresince en fazla iki kez.

  • İkili ya da üçlü test yaptırmazdım.Neden?Birincisi ben risk grubunda değilim.İkincisi,zaten o testin sonucu o çocuğu dünyaya getirip getirmeme kararımı etkilemez.

  • Cinsiyetini öğrenmezdim.

  • Öyle evde DVD eşliğinde kendi kendime değil,profesyonel bir hoca eşliğinde gebeliğim süresince yoga yapardım.

  • Bir doğal doğum kursuna katılır,nefes egzersizlerini öğrenirdim.

  • Kendime frekansımın tuttuğu bir 'doula' bulurdum.

  • Doğum planı yapardım.Bunu doktoruma ve doğum yapacağım hastaneye kabul ettirirdim.

  • Evde doğum konusunda bilgilenip ve bilinçlenip ya evde doula ve doktor eşliğinde doğurmayı seçer ya da son ana kadar sancılarımı evde tamamlayıp doğumun ikinci evresinde hastaneye giderdim.

  • Hastaneye gitsem bile ezbere uygulanan lavman,suni sancı,damar yolu açılması,epizyotomi,yatarak doğurmaya zorlanma gibi hiçbir rutine -mutlaka gerekli olmadıkça- eyvallah demez,kendi doğumumu kendim yönetirdim.

  • İç sesimi çok iyi dinler,sezgilerime güvenirdim.

  • Bebeğe doğumdan hemen sonra yapılan Hepatit B ve K vitamini aşısını yaptırmazdım.(Şansımıza Hep.B.'yi yapmayı unutmuşlar.K vitamini ise iğne yerine ağızdan damla şeklinde de uygulanabiliyor.Gerçi onu da verdirmezdim.Doğar doğmaz K vitamini ihtiyacı olsaydı bir bebeğin,doğa bunu zaten sağlardı diye düşünüyorum.)

  • Lotus doğumu düşünür,büyük ihtimalle de uygulardım.(Lotus doğumu bebek doğduktan sonra göbek bağının kesilmemesi;plasentanın, çıktıktan sonra bebeğin yanında muhafaza edilmesi demek.Göbek,3-8 gün arasında kendiliğinden kuruyarak düşüyor.Bu gerçekleşene kadar plasentayı bir bezin içinde bebeğin yanında tutuyorsunuz.Geniş bir vaktim olursa bu konuyla ilgili biraz çeviri yaparak buraya yazmak istiyorum tekrar.Türkçe kaynak pek yok bu konuda ama ilginizi çektiyse 'Lotus birth' olarak google'da aratabilirsiniz.)

  • Doğumun ertesi günü fotoğraf çektirme uğruna,el kadar bebeği aile büyükleri arasında bile olsa,elden ele dolaştırıp yormazdım.

Bütün bunların yanında 'iyi ki' dediklerim yok mu?Elbette var.Kendimce doğru bulup uygulamaya koyduğum önemli maddelerim de şunlar:

  • İyi ki emzirmeyi önemsedim ve hala çok önemsiyorum.

  • İyi ki odasını ayırmadım,hala beraber yatıyoruz.

  • İyi ki kucak bebeği yaptım,iyi ki kucağa alıştırdım(!)

  • İyi ki sünnet ettirmedim.

İyi ki en azından bu konularda iç sesimi,kalbimin sesini,bebeğimin sesini dinlemeyi becerebildim.İyi ki kimsenin dolduruşuna,her kafadan çıkan seslerin gazına gelmedim.Doğum konusunda en okkalı küfürü kendime savurduğum,kendi suratıma Osmanlı tokadını defalarca yapıştırdığım gibi, konu bunlar olunca da da sırtımı sıvazlamayı biliyorum,'Aferin kızım!' diyorum kendi kendime...

12 Kasım 2010 Cuma

Sünnetsiz çocukla ilgili temel birkaç bilgi



(Sünnetsiz

Geri çekmeyin

Sadece görüneni temizleyin)



Peaceful Parenting’den bir makalenin bir kısmını paylaşmak istiyorum . Yazının orijinal hali burada.


''Genital organlar kızlarda ve erkeklerde doğumda tam anlamıyla gelişmemiştir. Evet, bütün parçalar ordadır fakat o parçalar seksüel olarak tamamlanmamıştır. Kızlar ve erkekler alttaki cinsel organla kaynaşmış bir üst deriyle doğarlar. Kızlarda bu klitorisle kaynaşmıştır, erkeklerde ise penis başıyla. Cinsel organlar yaşla ve seksüel olgunlukla açılan bir gül gibidir. Bir kızın ya da erkeğin üst derisini geri çekmek için asla bir müdahale olmamalıdır. Genelde biz zaten bunu kızlarda denemeyiz ama çoğu insan, bir erkeğin de üst derisini rahat bırakmanın önemini anlayamaz. Üst deriyi geri çekmek yırtılmaya, kanamaya, enfeksiyona ve daha ciddi komplikasyonlara sebep olabilir.




Üst deri altta yatan cinsel organı idrardan, dışkıdan ve diğer patojenlerden korumak için cinsel organa yapışık durumdadır. Kızlarda doktorun üst deriyi geri çekmesi ile ilgili endişe duymazsınız fakat erkek çocuklarında bu gerçek bir tehlikedir. Hastanede yeni doğan bebeğinizden ayrılmayın. Eğer muayene için yanınızdan ayıracaklarsa ailenizden birini beraberinde gönderin. Üst derinin hiçbir şekilde manipüle edilmemesi gerektiğini açıkça belirtin. Doktorunuza bunu, kendisi bebeğin bezini değiştirmeden söyleyin.




Gereksiz gibi görünebilir, fakat doktorların ‘altta yatanı’ görmek için genel bir merakı vardır. Doktorunuzun oğlunuzun üst derisini manipüle etmesi için herhangi bir sebebi ve orada görecek hiçbir şeyi yoktur.




Çocukluk ve ergenlik boyunca oğlunuz üst derinin penis başından ayrıldığı normal bir ayrılma süreci içine girecektir. ‘’Ayrılma’’ her çocuk için farklıdır ve farklı yaşlarda meydana gelir. Bu zaman zarfında biraz rahatsızlık hissi, kaşınma, batma, biraz kızarıklık, biraz şişme vb. görülebilir. Bunların hepsi normaldir ve kendiliğinden çözülür.



Oğullarının irite olmuş, kızarık, hafifçe şişmiş penisiyle ilgili endişelenen birçok aileyle karşılaştım. Bu şikayetlerin %97’si ‘normal ayrılma’nın meydana gelmesi sonucudur. Bazı erkek çocukları bunların hiçbirini tecrübe etmezler ama çoğu çocuk bu belirtilerden birini, özellikle 2-5 yaş arasında cinsel organlarını elleriyle keşfetmeye başlamalarıyla , yaşar. Artarak kötüye gitmediği, aşırı derecede şişmediği, çocuğun ateşinin çıkmadığı durumlar hariç endişe edilecek bir şey yoktur(bakteriyel enfeksiyonlar çok nadir görülür ve genellikle üst derinin zorlamayla geri çekilmesi veya penise alınan bir yara sonucu meydana gelir). Normal ayrılmanın belirtileri , genellikle 48 saat içinde kendiliğinden çözülür. Doktorların sünnetsiz çocuğun gelişimiyle ilgili çok az şey bildikleri göz önüne alınırsa, beklemek ve kendiliğinden iyileşmesine izin vermek akıllıcadır. Siz de oğlunuza belki ''özel'' iyle ilgili daha nazik olması gerektiğini hatırlatmak istersiniz.


Eğer oğlunuz üst derinin penis başından ayrılmasını erken bir yaşta tecrübe ederse, bu kısımların kırmızı ve nemli olduğunu fark edersiniz. Bu NORMALDİR. Sünnetli bir çocuktan farklı olarak sünnetsiz bir çocuğun penis başı bir “iç” organdır. Üst deri penis başını koruduğu için ona kırmızı bir görünüm veren kan akışı yüzeye çok yakındır. Üst deri çok damarsal bir bölgedir (dudaklar gibi) ve bu da ona daha kırmızı bir görünüm verir.''

Sünnet konusuna daha önce de değinmiştim . Bundan sonra da değineceğim.Çocuğunuzu dini inanç dışında bir sebeple sünnet ettirmek istiyorsanız bir kere daha düşünün derim.Hele ki yeni doğan sünneti düşünüyorsanız,ona böyle bir ‘dünyaya hoş geldin’ travması yaşatmaya hakkınız olup olmadığını bin kere daha düşünün derim.

Biraz sert bir ifade olacak belki ama; ben temeli cinselliğin pis,ayıp,günah gibi görüldüğü toplumlara dayanan bu ilkel ve vahşi geleneğin tüm kalbimle ve aklımla karşısındayım.

Emin olun siz de sünnet hakkında ne kadar çok şey bilirseniz, sünnetten o kadar korkarsınız!

11 Kasım 2010 Perşembe

Bitkisel protein ile dengeli beslenme


Senelerdir evimizde olan bir kitaptan bahsederek başlamak istiyorum önce. Dr. Mehmet Göbelez’in ‘Gıdalarımız ve Sağlığımız’ isimli kitabı. Bileniniz, hatırlayanınız var mı acaba? En son baskısı 1986’da yapılmış. Bu evimizin kara kaplı kitabıydı bir nevi. Tüm gıdaların sağlık açısından izahlarını içeriyordu.Herhangi bir şey yerken babam ‘Aç bakalım oku,neymiş faydaları öğrenelim.’ derdi.Satır satır ezberledim desem yalan olmaz böyle okuya okuya.Şimdi bile
yiyeceklerin ve bitkilerin faydalarıyla ilgili kitapları okurken
bu kitaptan birebir alıntılar yapıldığını görüyorum.


Şimdilerde benim için en az bu kitap kadar kıymetli bir kitabım daha oldu. Müheyya İzer’in ‘Bitkisel Protein ile dengeli beslenme’ isimli kitabı. Bu da 1983 basımı. Elimden düşüremiyorum. Keyiften gebererek okudum amiyane tabirle.Temelde benzer olmakla beraber bu kitapta bir de bahsedilen yiyeceğin ardından o yiyecekle ilgili tarifler var.Artık piyasada bulunmayan bir kitap,ben gittigidiyor’dan aldım,stokta iki tane görünüyordu,kalmış mıdır bilmem?İsteyenlere kısa sürede okuyup geri vermek şartıyla gönderebilirim.

Şimdiki kadar bilgi kirliliğinin olmadığı zamanlarda yazıldıkları için bu tip eski kitaplarda var olan bilgileri çok önemsiyorum. Bilgece beslenme öğütlerine çok kıymet veriyorum.

Geçenlerde kefirle ilgili bir yazı yazmıştım. Ama bu maya nasıl meydana geliyor, nedir kaynağı diye düşünmemiştim. Kitapta karşıma çıktı,işte böyle elde ediliyormuş:

'Kefir Kafkasya’da keçi sütünden yapılır. Keçi sütü dana veya koyunun mide parçalarıyla birlikte bir tuluma konur. Süt pıhtılaşınca ayran gibi içilir. Tuluma tekrar süt konur ve pıhtılaştıkça içmeye devam edilir. Birkaç hafta sonra tulumun iç çeperinde sarımtırak,süngerimsi bir tabaka oluştuğu görülür.Karnabaharı andıran bu küçük,eğri büğrü,süngersi tohumlar kefirin mayasıdır.'
Vay be!Eski insanların zekasına hayran olmamak elde değil.Nereden aklına gelir ki bir insanın böyle bir şeyi denemek,keşfetmek?Ne bileyim,bir sirke yapmak,yiyecekleri kurutarak saklamak,buğdayı öğüterek bulgur elde etmek mesela ya da yoğurt yapmak?Bütün bunlara hakikaten çok şaşırıyorum!’İnsan nesli benim gibi kafasızlarla yola çıksaydı zaten bugünlere gelemez,açlıktan bir köşede ölüp gidenlerle dolu olurdu.’ diye düşünmeden edemiyorum.

Günümüz insanı ise gıda konusunda, hayvan bitki demeden önüne gelen her şeyi ilaçlayıp; türlü hileleri, genetiği değiştirilmiş organizmaları her şeyin içine katarak göz boyayan paketlerle kendi soyunu kandırıp zehirlemeyi beceriyor sadece!

9 Kasım 2010 Salı

Super baby food


Yanda kapak resmini gördüğünüz Super Baby Food kitabı son zamanlarda Amerika’da bebek ve çocuk beslenmesiyle ilgili en çok satan kitap.

Bebeğin katı gıdayla ilk tanışmasından başlıyor ve üç yaşına kadar olan sürede beslenmesinde nelere dikkat etmeniz gerektiğinin altını çiziyor.

Bebeğinizi ilk hangi gıdalarla tanıştırmalısınız?Gıda alerjileri,aylara göre beslenme önerileri,her besin grubuna ayrıntılı eğilme ve 350’nin üzerinde sağlıklı,besleyici tarif var içinde.

Yazarı Ruth Yaron çocuklarının beslenmesini son derece önemseyen bir anne.Hatta bu konuyu o kadar önemsiyor ve gıda konusunda o kadar bilinçli ki,13 sene önce dünyaya dokuz buçuk hafta erken ve hasta gelen ikizleri o günden sonra bir daha hiç hasta olmuyorlar,hiç!

Bu konuda ben de benzer düşünüyorum.Hiçbir çocuk hatta hiçbir insan sadece üşütmekle hasta olmaz ya da herhangi bir virüs kapmakla.Bağışıklığın düşük olduğu zamanlarda hastalanıyoruz,bağışıklığımızın düşük olması da gıdalarımız,uykumuz ve ruhsal durumumuzla alakalı.Çocuklarda –çocuğun çok huzursuz ve mutsuz bir ortamda yetişmediğini varsayarsak-ruhsal durum çok belirleyici bir etken olmadığından öncelikle gıdasını gözden geçirmek gerektiğini düşünüyorum.

Kitapta tam tahıllara,yemişlere,sebze-meyveye,yoğurt ve yumurtaya geniş yer ayrılıyor.Etin çocuk beslenmesinde yeri olmadığını söylüyor yazar ve hatta etsiz bir diyetin; süt,süt ürünleri ve yumurtanın düzenli tüketilmesi şartıyla,(yani lakto-ovo vejetaryen bir diyetin) çocuğun sağlığı için daha iyi olduğunu savunuyor.

Buna da katılıyorum.Artık antibiyotikli ve büyüme hormonlu danaları ve tavukları ailemden,evimden uzak tutuyorum.Buna ne zamandır oldukça dikkat ediyorum,bu kitapla alakası yok.Fakat Marmara’dan çıkmadığı sürece balık hala masumiyetini koruyor benim için.Balık etini kendimce ayrı tutuyorum.

Et ,gerek yetişkinler gerekse çocuklar için sindirimi zor,ağır bir besin.Özellikle çocuk hastayken kesinlikle uzak durmak gerek.Burada yeri gelmişken şunu vurgulamak istiyorum:

Doğadaki bütün canlılar hasta olduklarında yemeyi reddederler.Buna insanoğlu da dahil tabii.Çünkü vücut sindirime harcayacağı enerjiyi iyileşmek için harcamak ister.Bu,doğanın hastalığı tedavi etme,sağlığı tekrar kazanma yöntemidir.Bu sayede hipofiz bezinden salgılanan ve kana salınan büyüme hormonu tetiklenir ve bu hormon tüm vücudu dolaşarak hasarlı dokuları onarır,hayati fonksiyonları canlandırır.Yunanlı yazar Plutarkhos’un söylediği gibi:’’İlaç yerine bir gün oruç tutun.’’

Dolayısıyla ne kendinizi,ne çocuğunuzu, ne çevrenizdekileri hasta olduklarında yemeye zorlamayın.’’Aaa!Yemen lazım,bak yemezsen iyileşemezsin!’’ gibi safsataları bir kenara bırakın.İç sesinizi,vücudunuzun sesini dinleyin;çevrenizdekilerin de kendi seslerini dinlemesine izin verin.İyilik yapacağım derken tam tersine kötülük yapmayın.

Bundan sonraki yazımda bahsedeceğim kitapta olduğu gibi bu kitapta da da yulaf unu ve akdarıya özellikle vurgu yapılmış.Bu ikisi özellikle kış günlerinde çocuklar için çok önemli ve faydalı.Akdarı protein yönünden ete eşittir.250 gr. pişmemiş akdarıda 22.6 gr protein vardır.Sindirimi kolay olan ve bedende asidite yaratmayan bu tahıl alerjik insanların da başlıca besinidir.Fosfordan,demirden ve A vitamininden yana zengindir.

Soğuk ülkelerin tahılı olan yulaf ise besler ve enerji verir.İçinde bol miktarda yağ bulunduğundan kış tahılıdır ve insanı soğuğa karşı korur.İskoçyalılar efsanevi fiziksel güçlerini ‘’porridge’’dan alırlar,yani yulaf ezmesinden.Bu kitapta da sık sık ‘super porridge’ tarifinden bahsediliyor.Bunu yulaf ezmesi ya da unu kullanarak hazırlayabileceğiniz gibi,akdarı ya da esmer pirinçten de hazırlayabilirsiniz.

Bir dahaki yazımda bahsedeceğim ‘Bitkisel protein ile dengeli beslenme’ kitabından bir tarifi paylaşmak istiyorum yeri gelmişken,hem kendiniz hem çocuklarınız için güzel bir kahvaltı seçeneği:

1 çorba kaşığı yulaf ezmesi
3 çorba kaşığı su
1 çorba kaşığı yoğurt
1 çorba kaşığı limon suyu
1 tatlı kaşığı bal
1 elma
Çekilmiş ceviz ya da badem
İsteğe göre tarçın

Yulaf ezmesini geceden ıslatıyoruz.Sabah elmayı rendeleyip,renginin kararmaması için limonla karıştırıyoruz.Geri kalan malzemeyi bir araya getirip,afiyetle yiyoruz.Elma yerine şeftali,erik,muz,dut,kiraz gibi taze meyveler de kullanabilirsiniz.

Yulafı daha çok kışın tercih ettiğimizden,bu kahvaltıyı yazın taze buğdaydan,hatta suda pişmiş aşurelik buğdaydan da hazırlayabiliriz.

Tahıl demişken aklıma geldi.Eğer çocuğunuzun balgam problemi varsa sütü ve tahılı kesmenizi öneririm.Süt ve tahıl vücutta balgam yaratır.Dolayısıyla böyle bir problemde öncelikle beslenmeyi gözden geçirip,sütü ve tahılı keserek meyve sebzeye ve bol suya öncelik vermek, hemen balgam söktürücü ilaç kullanmaktan iyi sonuç verir.

Bazılarınız gıda konusunu abarttığımı düşünebilirsiniz.Olabilir.Ama bence ne yazık ki 'abartmamız' gereken bir zamanda yaşıyoruz.Bir markete girin ve şöyle bir raflara bakın bakalım,asıl kim abartıyor???

8 Kasım 2010 Pazartesi

Çiftlikten ilk izlenimler

Geçen haftaki yazımda bahsetmiştim İpek Hanım Çiftliği'den.

İlk kolimiz geldi.Açtık,bir taraftan da bilgisayara kaydettiğimiz excel dosyasından kontrol ediyoruz siparişleri.Allah Allaaaaah!O yok,bu yok!Nerdeyse 30 kalemlik listeden,çıka çıka 10 kalem anca çıktı.Hayal kırıklığına uğradım tabii.Gerçi sitesinde çok profesyonel bir ekiple çalışmadığından bahsediyordu ama ''Bu kadar da olmaz!'' dedim.

On dakika sonra kapı çaldı.Kargo şirketi sağolsun ikinci koliyi bırakmayı unutmuş! :) Derin bir ohh çektim.Eksik olanlar tamamlanmış oldu böylece,sadece tatlı lor çıkmadı.Ama bu küçük eksik hoşuma bile gitti.

İnsan emeğine ait küçük hataları seviyorum ben.Fabrikasyon olmadığını bilmek hoşuma gidiyor,küçük hataları standardizasyona yeğliyorum.El halıları mesela;dokuyan genç kızın bir anlık dalgınlığıyla desende yaptığı yanlışlık,nasıl hoşuma gider...Nerde kaldı böyle duygu yüklü,insanın nerdeyse basmaya kıyamayacağı halılar;nerde şimdinin sentetik(dolayısıyla sağlıksız),hepsi birbirine benzeyen,uzun tüylü halıları?!Kendi evimde de bunlardan var maalesef,evlendiğimde zaten halihazırda var olduklarından değiştirmemiştim.Ama en kısa zamanda hepsinden kurtulmaktır amacım!

Her neyse konuyu nerden nereye getirdim.Gelen siparişlerimizle ilgili birkaç yorumumu aktarayım:

Yumurtalar,süt ve tereyağı enfes!

Kabak,patlıcan ve biber kurularını daha kullanmadım ama bayağı özenli kurutulmuşlar,gayet güzel.Armut kurusu da harika,çocuklar için özel diyordu,ben de Aliş yer diye aldım ama onun dört dişi için oldukça sert.Dolayısıyla bize kaldı.

Domates kurusu da çok çok güzeldi!

Biber ve domates salçası tam kıvamında,tadında.Kendim bu sene biber-domates karışık bir salça yapmıştım,Tijen İnaltong'un Mutfakta Zen blogundan edindiğim tarifle.Bir hafta kadar güneşte pişirdim.İlk denemem olduğu için malzeme miktarını biraz az tuttum.Anca orta boy bir kavanoz kadar çıktı.Ama güzel oldu.Fakat yetmeyeceği için biraz daha sipariş vermem gerekti işte.

Balın (çiçek balı) değişik bir aroması vardı,bayıldık.Bu hafta zeytin balı siparişi verdim.Bakalım nasıl bir şeymiş?

Tahini daha tatmadık.

Meyve ve sebzeler oldukça lezzetliydi.Salatalık bilhassa.

Uzun lafın kısası,belki pazara veya marketlere oranla birazcık fazla fiyatları,ama bütün bunları gönül rahatlığıyla yemek ve çocuğuma yedirmek paha biçilemez.



Ben şimdilik Pınar Hanım'a inanıyorum.

Daha doğrusu artık gıda konusunda birilerine inanmak istiyorum...

4 Kasım 2010 Perşembe

İki çocuk birden emzirme


Ben emmeyi çocuğun kendisinin bırakması taraftarıyım.Bunun böyle olması-nasıl ki bu doğumdan sonra kendiliğinden başlayan doğal bir eylemse bitişinin de yine kendiliğinden olması- gerektiğine inanıyorum.


Bu noktada, ikinci çocuğu yapmayı düşündüğümüzde 'tandem breastfeeding' tanımı devreye giriyor ister istemez.Türkçe'ye 'ikili emzirme' ya da 'iki çocuğu birden emzirme' olarak çevirebiliriz.

Bizim toplumumuzda hamileyken emzirmenin çocuğa zararlı olacağı düşünülür.Hem doğacak çocuğun yeterli beslenemeyeceği,hem de emen çocuğun hamilelikte değişen hormonlardan olumsuz etkileneceği varsayılır.Fakat,doğru ve yeterli beslenildiği takdirde ilk seçenek kolayca devre dışı bırakılabilir,ikincisinin ise bilimsel bir dayanağı yoktur.

Hamilelikte hormonların değişmesiyle süt miktarınız çok azalabilir,sütün tadının değişmesiyle çocuk emmeyi kendiliğinden bırabilir yahut sütünüz tamamen kesilebilir.Bu bünyenize bağlı,şans işi yani biraz.


Hamilelikte,sütün emen çocuğu zehirleyecek olduğu düşüncesi şundan ileri gelir:Biliyorsunuz gebeliğin ilerleyen dönemlerinde vücut gelecek olan bebek için kolostrum (ağız) adı verilen sütü salgılamaya başlar.Bu,bebek doğduğunda mekonyum adı verilen ilk dışkısını atmasına yardımcı olmak üzere laksatif etkiye sahip olan bir süttür.Bu süt,emmeye devam etmekte olan çocuk tarafından içildiğinde, geçici süreliğine bağırsakları çalıştırarak hafif ishale sebep olabilir.'Zehirlenme' diye tabir edilen basitçe budur işte.


Henüz kendim tecrübe etmediğim için zorluklarını ya da olumlu taraflarını yazamıyorum.Mutlaka kendine göre zorlukları ya da 'İyi ki emzirmeye devam etmişim!' dedirtecek yanları vardır,bilemiyorum.Fakat iki kardeşin el ele tutuşarak emmeleri gibi bir hayalim var,ne yalan söyleyeyim,hayali bile mutluluk veren...
Daha fazla bilgi için yukarıda kapak resmini gördüğünüz,La Leche League International tarafından yayınlanan 'Adventures in tandem nursing' kitabını tavsiye edebilirim.

1 Kasım 2010 Pazartesi

İpek Hanım Çiftliği


Uzun zamandır internette karşıma çıkıyordu İpek Hanım Çiftliği.Doğal beslenmeye,çocuklarını doğal beslemeye önem verenlerin bu çiftlikten alışveriş yaptıklarını okuyordum.Bir türlü zaman bulamamıştım kendim incelemeye ve sipariş vermeye.
Organik değil,ninelerimiz dedelerimiz usulü doğal tarım yapılan bir çiftlik burası.Sitesinde kendisi açıklıyor Pınar Hanım neden organik sertifikası almadığını.Ürünlerinde hiçbir zirai ilaç,kimyasal gübre kullanılmadığının altını çiziyor.



Dün akşam bu haftanın sipariş listesi geldi.Listeye baktıkça kendimden geçtim.Neler var neler!Meyve ve sebzelerin yanında kış için hazırladıkları kilerden de birçok ürün var.Sebze ve meyve dışında süzme bal,tahin,domates kurusu,domates tozu,birkaç kalıp doğal sabun,patlıcan ve kabak kurusu,tereyağı(anız yağı diye tabir edilen, yeni buzağılamış ineğin ilk ağız sütünden çocuklar için özel bir tereyağı),süt,peynir,armut kurusu ve nar ekşisi siparişi verdim.Cuma günü elimizde olmasını istedim,gelsin bir bakalım,düşüncelerimi yine yazarım.
Bunların dışında daha pek çok şey var.Ev yapımı gözlemeler,yufkalar,çeşit çeşit unlar,baharatlar,şifalı çaylar,salçalar vb...
Bu adresten girip bir bakın siz de.Bakalım hoşunuza gidecek mi?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...