19 Nisan 2015 Pazar

Juice cleanse artık Ankara'da!






Eşim Eren'le ortak kurduğumuz Ankara'nın ilk juice cleanse markasını sizlerle sevinçle paylaşıyorum.

'Juice cleanse nedir?' diyorsanız lütfen internet sitemizi inceleyiniz.

Bu yazı daha sağlıklı, daha taze, daha hafif ve daha zinde karşılamak istiyorsanız detoks için en uygun olan bahar aylarını kaçırmayın derim.

              
                                                            www.juicelove.com.tr

İlerleyen zamanlarda sadece juicing ile ilgili değil; sağlıklı yaşam, spor, yoga ve çeşitli tarif paylaşımlarımla beraber olacağız.

Instagram'dan takip etmek için: @juicelovetr
Facebook'tan takip etmek için: Juice Love
Twitter'dan takip etmek için: @juicelovetr


23 Şubat 2015 Pazartesi

Sadece yap!




Üstteki fotoğrafı kısa bir süre önce Instagram ve Facebook hesaplarımda paylaşmamdan sonra birçok arkadaşımdan, tanıdığım tanımadığım birçok kişiden, sayamayacağım kadar çok mesaj aldım. Aslında bu konuda yazmaya tam ikna edememiştim kendimi ama; yazanlara, beklediklerini söyleyenlere karşı borçlu hissettim kendimi. Şu anda bu satırları yazarken bile tam ne yazacağımdan emin değilim ama başladım işte bir kere.

Öznesi 'ben' olan cümleleri ne kurmayı ne duymayı seviyorum çok fazla. Her iki durumda da tuhaf bir sıkıntı oluşuyor içimde. Hele herhangi bir konuda bilgim olduğunu düşünerek fikrimi soruyorsa herhangi bir kimse, derin bir mahcubiyetle beraber ne diyeceğini bilememenin tuhaf hissini yaşıyorum o anda. 'Ben şöyle yapıyorum, ben böyle yaptım.' falan diye başlayan cümleler kursam içime sinmiyor, iyi hissetmiyorum. 'Sen şunu yap, sen de böyle yap.' gibi bir cümle daha ağzımdan çıkamadan tıkanıyor zaten bir yerlerde. Karşımdakinin böyle şeyler duymayı beklediğini bildiğim hâlde yapamıyorum, yapmak istemiyorum, çünkü o zaman ben 'ben' olmuyorum. Belki de kendim hiçbir konuda hiç kimseye bir şey sormadığım, gerekli gördüğüm araştırmayı kendim yapıp, sonrasında aklımı ve iç sesimi kullanarak uygulamaya geçtiğim için; kimsenin kimseden akıl, tavsiye almasına gerek olmadığını düşündüğüm için. Kısacası bu minvalde yazdığım ilk ve son yazıdır bu.

Yani başlamadan sana bir iyi bir de kötü haberim var.
Kötü haber: Ben hiçbir şey bilmiyorum.
İyi haber: Sen her şeyi biliyorsun.
Gerçekten.

Dolayısıyla bu yazıda benden 'Şu gün şu hareketleri yap.', 'Sabah bunu, öğlen şunu ye.' gibi detaylı öneriler bekliyorsan eğer, bu beklentini karşılayamayacağım için üzgünüm. Ama ne yapabilirim biliyor musun? Hayatta istediğin her şeyi yapabileceğinle ilgili seni cesaretlendirebilirim. Böyle bir karın ve zinde bir vücut mu istediğin? Yaparsın. Hem de daha iyisini bile yaparsın. Spor salonlarına tonla para vermene de gerek yok. Küçücük bir alan ayırabiliyorsan kendine evinde, bilgisayarın da varsa, birkaç da malzeme alabiliyorsan (çeşitli kilolarda birkaç ağırlık, pilates topu vb. gibi) daha ne? Ama gerçekten istiyorsan! Eğer gerekli istek ve güç henüz içinde yoksa ben buraya senelik bir beslenme ve egzersiz planı bile yazsam yapmayacaksın biliyorum. Bir süre yapıp bırakacaksın veya.

Evet, bu konuda da kimseye bir şey sormadım. 'İlham alırım, akıl almam.', benim mottom bu. En çok kendi aklıma güvenirim çünkü. Kendi bedenimi en iyi ben biliyorum. Kendi şartlarımı en iyi ben biliyorum. Neye ne kadar zaman ayırabileceğimi, neyi ne kadar yememin bana iyi geleceğini. Ve bunların hepsini sen de biliyorsun! Şeker, un ve yağa dikkat etmen gerektiğini başkasından duymaya ihtiyacın var mı? Yok. Temiz bir diyetin ne anlama geldiğini bilmiyor musun gerçekten? Çok da iyi biliyorsun. Akşam yemeğini hafif yiyip, erken sonlandırmak gerektiğini; sebze-meyve ağırlıklı beslenmek, şekerli ve asitli içeceklerden uzak durmak gerektiğini de adın gibi biliyorsun. Kas gücünü kullandığın bir egzersiz sonrası protein alımına dikkat etmen gerektiğini de başkasının söylemesine gerek yok. Evet, hayvansal proteine veya protein tozlarına yüklenerek çok kısa sürede de kaslı bir görüntü elde edilebilir ama bu sürdürülebilir mi? Ne kadar uygulanabilir ki böyle bir beslenme düzeni? 'Sürdürülebilir'in altını çiziyorum, çünkü hem beslenme hem egzersizde takip etmemiz gereken asıl nokta bu.
Var mı beslenmeye dair başka bir konu acaba aklıma gelmeyen? Bunları bilmek değil tabii mesele uygulayabilmek, farkındayım, ama gerçekten istersen uygulamaman için sebep ne olabilir peki?

İşte işin beslenme kısmının özeti bu. Bu kadar. Kibrit kutusu büyüklüğü, gram ve tane hesapları hiçbir yere götürmez seni. Sürdürülebilir değil bir kere. Herhangi bir şeyi zinhar yasaklamak da doğru değil. Şöyle söyleyeyim, isteyip de yiyemediğim hiçbir şey olmadı, olmuyor. Yakın çevrem de çok iyi biliyor bunu. Canım çekiyorsa yiyorum elbette ama yakabileceğim bir saatte olmasına dikkat ediyorum mesela ve miktarına elbette. Tabii ki her gün değil bu da. Canın her gün 'olmayacak' şeyler istiyorsa o zaman istediğin vücut da 'olmayacak' kategorisine giriyor maalesef.
Sürdürülebilir olmasını istiyorsan genele yaymalısın kısacası, rejim diye bir kelime olmasın sözlüğünde. Rejim yapmak veya zayıflamak amaç olmamalı. Düzgün ve dengeli beslendiğinde zaten istemesen de ideal kilona ulaşacaksın.


Egzersiz kısmında da mantık aynı. Hani hep 'Kendine bir hedef belirle!' denir ya, ben bunun tam tersini söyleyeceğim. Kendine bir hedef belirleme! Bir hedef belirleyecek kadar dar ve kısa vadeli düşünme. Sürdürülebilir olmasını istiyorsan elbette. Sadece yap. Sonucunu düşünme. Yapmaya devam et. Hedef koymak, kısa vadede bir şeyleri 'başarma' beklentisi yaratabilir ve eğer çeşitli sebeplerden dolayı hedefine ulaşamazsan, bu seni olaydan soğutup uzaklaştırabilir. Gücün, niyetin ve kararlılığın olsun ama hedefin olmasın. Düzenli devam ettiğin sürece göreceksin ki her şey geliyor zaten. Kendine şefkatli ol. Çok sıkma ama gevşek de bırakma. Eline alıp bir süre sevmek istediğin bir kuşu tutar gibi yaklaş kendine de kısacası. Hiçbir şey yapmak istemediğin günler olacak belki, olsun. Kızma kendine. Beceremiyorum diye düşünme. Tekrar başla. Günde yarım saat de olsa yap. Bedeninin hareket etmek için yaratıldığının farkında olarak, hareket ettiğin anların tadını çıkar. Süreçten zevk almaya bak. Alacağın sonuç değil, süreç olsun sana zevk veren. Sadece yap. Zayıflamak, güçlenmek, esnemek sen yapmaya devam ettikçe gelecek olan 'hediye'lerin olsun.

(Burada bir parantez açarak belki faydası olabileceğini düşündüğüm birkaç detay vermek istiyorum: Hani yazının başında 'Bir bilgisayarın varsa..' demiştim ya, Youtube'dan çok faydalanabilirsin bu konuda. Youtube arama çubuğuna 'core workout for women' yazarsan mesela birçok video çıkar karşına karın egzersizlerini gösteren. Dilediğini seçip yapabilirsin. Aynı şekilde kol için 'arm workout' veya kalçalar için 'butt workout' yazıp aratabilirsin. Benim çok kullandığım birkaç kanal var yine Youtube'da: XHIT, Fitness Blender ve Gymra. Yani arama çubuğuna 'Xhit core workout' yazarsan o kanalın videoları çıkar. Daha bir sürü vardır elbette, belki sen daha iyilerini bile bulursun. Fikir vermesi açısından kendi programımı yazmamı da rica edenler olmuş. Ben haftanın en az 5, çoğunlukla 6 günü, günde 30-40 dakika tempolu yürüyorum. Bunu ya öğlen Ayşe uyuyunca ya da akşam çocukları yatırınca yapıyorum. Bir gün ayak bileklerime yarımşar kiloluk ağırlık takarak, bir gün ağırlıksız yürüyorum. Çok kritik değil bu gerçi, amaç vücudu şaşırtmak. Hep aynı süreye saplanıp kalma sen de, sık sık değişiklikler ekle programına.Ağırlıksız yürüdüğüm günler bazen biraz koşuyorum. Havalar ısındıkça koşmaya ağırlık vermeyi planlıyorum. Sonra eve gelip, bu bahsettiğim kanallardan bir karın videosu seçiyorum. Haftada ortalama 4 gün karın çalışıyorum. Devamına da ya kalça ya bacak ya da kol videosu ekliyorum bir tane de. Haftalık bir program yapıyorum kendime hafta sonları, bu hafta şunlara ağırlık vereceğim diyerek, ona uymaya çalışıyorum iyi kötü. Sonrasında da en az yarım saat yoga yaparak günü kapatıyorum. Yoga yapmıyorsan da mutlaka esnemeye zaman ayır egzersiz bitiminde. Haftada bir günüm hiçbir şey yapmadan geçiyor genelde. Kabaca benim düzenim böyle işte. Kendi sistemini sen kendin kurarsan daha uzun ömürlü olur. Haftada 5 yapmazsın da 3 yaparsın mesela veya yürüyüş sonrası 2 bölgesel video yapmazsın da 1 tane yaparsın, önemli değil. Mesele düzenli yapmak.)

Daha fazla bir şey yazmama gerek var mı bilmiyorum.
Zaten bildiğin şeyleri yazdım, öyle değil mi? Ama uygulamak için gerekli gücü sen kendi içinde bulacaksın. Bunu sana kimse veremez.

Büyük büyük lâflar edemem ben. Çok konuşmayı da sevmem, çok konuşanı da. Hatta geçenlerde bir arkadaşıma da demiştim, 'Ben dünyanın en düz, basit ve sıradan insanıyım.' başlıklı bir yazı yazasım var ama bu başlığın altını bile dolduramayacak kadar boşum diye. Karmaşık öneriler sunmak, yaptıklarımı zormuş, herkes yapamazmış gibi hissettirmek ve göstermek, karşımdakini hiçbir şey bilmiyormuş gibi farz edip konuşmak benim harcım değil.

Yediklerine dikkat et, her fırsatta hareket et ve durmadan devam et.

Bu işin özeti bu.

Gerisi kendiliğinden gelecek.




23 Haziran 2014 Pazartesi

İşin sırrı ne diye sorsalar




Üç sene önce üçüncü evlilik yıldönümümüzde yazdığım şu yazının,üç sene sonra da geçerliliğini kelimesi kelimesine koruyor olduğunu görmek bana bu kısa yazının ilhamını verdi.


'İşin sırrı ne diye sorsalar...' lafın gelişi tabii.Kimsenin sorduğundan veya soracağından değil de,daha ziyade tarihe not düşmek,kendime ilerde hatırlatabilmek amacıyla yazacaklarımın girizgâhı olarak uygun geldi sadece.

Evet işin sırrını sorsalar birbirimizin hapishanesi değil,alternatifi olmak derim.

Birbirimizin seçeneksizliği değil,tercihi olmak derim.

Belli bir yaşa gelmiş ve iki çocuk sahibi olmuş olmamız bile,kendimizi bir an bile bu evliliğe mahkûmmuşuz gibi hissettirmiyor.

'Zorunda' hissettirmiyor.

Çünkü bu evlilik ne onun kişisel tarihinin sonu ne de benimkinin.

Başka 'seçenek'ler de olabilir ikimizin de çevresinde ama bizim birbirimizi tercih ediyor olmamızdaki birçok sebebe hep yenilerini eklemeye uğraşıyor olmamız derim.

Tercih edilmekte olduğumuz bilinciyle ayağımızı denk almamız derim.

'Sevgili ruhu'nu koruyabilmek kısaca,tam anlatabildim mi bilmiyorum...

Bir gün bile,evlenmekle özgürlüğümüzün kısıtlandığını hissetmedik,hissettirmedik birbirimize.

Aksine daha da özgürleştik.

'Nasıl oluyor?' demeyin.Oluyor işte.
Çünkü senin kendine taktığın zincirleri kıran biri var karşında,kendine taktığın kilitleri açan.Hep 'Sen yaparsın!' diyen.

Biriktirmemek derim.Biriktirme ki her güne ilk günlerin tazeliği ve hevesiyle uyanabilesin.

Karşındakinin olmak istediği her ne ise,yaşamak istediği nasıl bir hayat ise bunun gerçekleşmesi için samimiyetle ve koşulsuz olarak ona omuz vermek derim bir de.


İşin sırrı bunlar.

Diyeceklerim bu kadar.









28 Mayıs 2014 Çarşamba

JoyPlate'le yemek eğlenceye dönüşecek!



Çocuklara yemek yediren tabak olarak da bilinen JoyPlate,yemek saatlerini eğlenceye dönüştürüyor!

Kız ve erkek suratı olarak tasarlanan tabaklardaki baskının üzerine yiyeceklerden saç, sakal,şapka,küpe,toka,kolye gibi şeyler oluşturularak çocukların eğlenerek yemek yemesi hedeflenmiştir.

Tabaklar Termoset malzemeden üretilmiştir. Termoset, porselen ile melamin arasında bulunan, her ikisinin de artı özelliklerini barındıran yeni bir üründür. Bu ürün tüm gıda uygunluk testlerinden geçmiş, patentli bir üründür. Porselen tabakların kırılma oranı %30 iken,Termoset tabaklarınki sadece %5’tir. Melamin tabaklar bulaşık makinasına girdiğinde tabağın arkası korumasız olduğundan (sırsız) sararma yapmaktadır. Termoset tabakların ise hem alt hem de üst yüzeyi korumalı olduğundan bulaşık makinasında yıkanmasında herhangi bir sakınca yoktur. 










Bunlar sadece birkaç örnek.Gerisi sizin ve çocuğunuzun sınırsız hayal gücüne kalmış!

Fiyat bilgisi ve sipariş için joyplatetr@gmail.com adresine bir mail atmanız yeterli.

Instagram'da takip etmek için kullanıcı adı: @joyplate

15 Nisan 2014 Salı

Alternatif puding




Alternatif kelimesini seviyorum.Ben zaten bilinene,süregelene,alışılmışa karşı olan,ezberleri bozan  hemen her şeyi seviyorum galiba.Yazının başlığını koyarken bunu düşündüm.

Puding demek süt,şeker ve undan oluşan sağlıksız bir tatlı demek değil.Alternatif var.Alternatifler hep var zaten,istenirse bulunuyor.

Herhangi bir hayvanın sütünü içmediğim ve çocuklarıma da içirmediğimden ve hatta son zamanlarda kendim ve ailem için diğer bütün süt ürünlerinin tüketimini de asgariye çektiğimden bu puding evimizde sıkça yapılır oldu.Tarifteki chia tohumu Türkiye'de bulunmuyor bildiğim kadarıyla ama o olmadan da yapılabilir.Tarifin tadına veya kıvamına etkisi olan bir malzeme değil zaten.İçine katarak sadece 'chia'nın nimetlerinden faydalanmış oluyoruz,o kadar.

Bunu puding olarak yiyebileceğiniz gibi,kahvaltıda krep veya pankeklerin üstüne de sürebilirsiniz.

Malzemeler:

1 olgun avokado
3 yemek kaşığı kakao
1/4 su bardağı organik bal (vegan bir puding isterseniz miktarını kendinize göre ayarlayarak akçaağaç veya hurma şurubu kullanabilirsiniz.)
varsa 2 yemek kaşığı chia seeds
3/4 su bardağı su
1 çay kaşığı saf vanilya (Arifoğlu'nun var.)
1/2 çay kaşığı tarçın
bir tutam tuz

Hepsini robota koyup çekin.Kıvamını ayarlamak için gerekiyorsa biraz daha su ekleyebilirsiniz.En az 30 dakika buzdolabında (veya 10 dakika derin dondurucuda) soğutarak servis yapın.

Tarifin orjinali burada.

28 Mart 2014 Cuma

Sağlıklı bir çiğ vegan tatlı





Badem sütünün yapılışını anlattığım bir önceki yazımda artan posalarla yaptığım bir tatlıdan bahsetmiştim.Kurutup dondurucuda sakladığınız posalarla yapabileceğiniz gibi,aynı gün yapmış olduğunuz badem sütünün posası henüz kurumadan da yapabilirsiniz.Her iki şekilde de yaptım,ikinci seçenekle yapılan daha ıslak olduğundan çok daha güzel oluyor.Eğer dondurucudaki posanızı kullanacaksanız onu da biraz badem sütü veya suyla ıslatmanız gerekiyor ama yine de tazesiyle yapılanın yerini tutmuyor.

Bir tatlı hem yumurtasız,hem sütsüz,hem (ilave) yağsız,hem unsuz,hem de şekersiz olabilir mi?Aynı zamanda kalsiyum,potasyum ve magnezyum deposu?Evet olabilir.Aynı zamanda çiğ vegan (raw vegan) bir tatlı bu.

Malzemeler:

160 gr badem posası (1 su bardağı)
140 gr çiğ kaju (1 su bardağı)
480 gr Kudüs hurması (2 su bardağı)
30 gr kakao (5 yemek kaşığı)*
70 gr hurma şurubu (4 yemek kaşığı)**

Kajuları robotta un haline gelene kadar çekiyoruz.Ayrı bir kaba alıp robotumuza yıkanıp,çekirdeği çıkartılmış hurmalarımızı koyuyoruz.Benim robotum küçük olduğundan hurmaları 2 seferde çekiyorum.Robotunuz büyükse bütün malzemeyi bir seferde ekleyip,yoğurmaya gerek kalmadan da yapabilirsiniz.(Çok uzun çekmemekte fayda var,yağ kıvamına gelmeyecek.)Onları da kajuların olduğu kaba alıp diğer malzemeleri de ekleyerek yoğuruyoruz.Sonra küçük bir borcamın dibine elimizle bastırarak yayıyoruz.İlk yaptıklarımı bu şekilde yaptım yalnız son birkaç seferdir küçük toplar yapıyorum.Yemesi çocuklar için böyle daha kolay oldu.
Sonra en az bir saat derin dondurucuda bekletiyoruz.
Yemek için çıkarıp istediğimiz kadarını aldıktan sonra da hep derin dondurucuda saklıyoruz.Zaten dondurucuda olmasına rağmen hurmalar sayesinde hep yumuşak kalıyor.

*Kakao yerine keçiboynuzu tozu da kullanabilirsiniz.Veya ikisini karıştırıp, miktarını da kendinize göre ayarlayabilirsiniz.Daha çikolatamsı bir tat verdiğinden ben kakao kullanıyorum.Evet çok da içime sinmiyor kabul ama ilk yurt dışı seyahatinde bolca çiğ kakao toplayıp gelene kadar bu şekilde idare edeceğim artık.

**Hurma şurubu yerine yine miktarını kendinize göre ayarlayarak akçaağaç şurubu veya bal da kullanabilirsiniz.Yalnız bal kullanırsanız tatlı vegan sıfatını yitirir.

Tarifin orjinali burada.


20 Mart 2014 Perşembe

Badem sütü yapımı



Badem sütü bizim evde sıkça yapıp tükettiğimiz bir süt.Yapımıyla ilgili yerli ve yabancı kaynaklara bakacak olursanız birçok farklı tarifle karşılaşabilirsiniz.Kabuğunu soyarak yapan var,soymadan yapan var,bir bardak badem için farklı miktarlarda su ölçüsü kullananlar var.

Ben de yakın bir zamana kadar bir bardak bademi iki bardak suyla akşamdan ıslatıp sabah robottan öyle çekiyordum.Süzdükten sonra posayı tekrar robota alıp,üstüne bir bardak daha su ekleyip bir kere daha çekiyordum.Artık üç bardak suyla ıslatıp,işlemi bir seferde yapıyorum.



Bir su bardağı çiğ bademi süzgeçte yıkayıp,kabuklarıyla beraber üç bardak içme suyuyla akşamdan ıslatıyoruz.



                                     Sabah içindeki suyla beraber robota (blender) alıyoruz.

                                          
                                        Yaklaşık bir dakika boyunca çekiyoruz.



                                          Sonra temiz bir tülbentten süzüyoruz.


                                                     İyice sıkıyoruz.



                                                Badem sütümüz hazır.


Hazırladığınız badem sütünün içeceğiniz kadarını tekrar robota alıp dilediğiniz meyveyle tekrar çekebilirsiniz.Biz en çok muz,hurma ve avokado kullanıyoruz.İçine kakao,keçiboynuzu tozu,tarçın gibi malzemeler de katabilirsiniz.Sütün kalanını da buzdolabında 3-4 güne kadar muhafaza edebilirsiniz.


Tülbentte kalan posayı bir fırın tepsisine serip kurutabilir,daha sonra derin dondurucuda uzun müddet saklayabilirsiniz.Bu posayı sonradan değerlendirmek için de birçok yöntem var.Ben sağlıklı ve güzel bir tatlı yaparak değerlendiriyorum.Tarifini en kısa zamanda paylaşacağım.


4 Mart 2014 Salı

Çocuklar(ım)a...

                                                                                 Otoriteyi sorgula



Do not believe anything simply because you have heard it.Do not believe anything simply because it is spoken and rumored by many.Do not believe in anything simply because it is found written in your religious books.Do not believe in anything merely on the authority of your teachers and elders.Do not believe in traditions because they have been banded down for many generations.But after observation and analysis,when you find that anything agrees with reason and is conductive to the good and benefit of one and all,then accept it and live up to it. -Buddha


Hiçbir şeye sırf öyle duyduğun için inanma. Hiçbir şeye pek çok kişi tarafından öyle söylendiği ve konuşulduğu için inanma. Hiçbir şeye dini kitaplarda öyle yazıyor diye kolayca inanma. Öğretmenlerin ve büyüklerin öyle diyor diye hiçbir şeye zorla inanma. Nesillerdir süregeliyor diye geleneklere inanma. Ancak gözlem ve analiz yaptıktan sonra, mantığına uyan bir şey bulduğunda,ve birin ve bütünün hayrına ve faydasına olabilecek bir şeyse o, onu kabul et ve ona göre yaşa.-Buddha

14 Ocak 2014 Salı

Başka bir bebek mümkün*





''Odada,yatağımızın kenarında,Eren'in bacaklarının arasına çömelerek doğurdum bebeğimizi.Yokluklar içinde bir doğum oldu bu.Evde kokusunu bilmediğim bir insan yok,parlak ışıklar yok;bende yırtık yok,dikiş yok,kesi yok;bebeğimize doğar doğmaz K vitamini iğnesi yok,Hepatit B aşısı yok,kordonunun erkenden kesilmesi yok,muayene için annesinin göğsünden ayrılması yok...

Orada bir tek biz vardık.Bir de içimde bebeğime ve bedenime hak ettikleri gibi bir doğum yaşatmanın huzuru...'' 


diye yazmıştım Ayşe doğduktan sonra.

Ve sonrasında da bu yokluk devam etti:

Rutin doktor kontrolü yok.
Doğumdan bir hafta sonra nispeten doğal yaklaşım sahibi olduğunu duyduğumuz bir doktora götürdük Ayşe'yi genel kontrol için.Aslında ona da götürmezdim ama sanki Eren'in içi daha rahat edecekmiş gibi geldi bana,her ne kadar kendisi bunu dillendirmese de.Doktorun odasına girdik ve aramızda şu diyalog geçti:

D-Normal doğum mu sezaryen mi?

B-Normal.
D-Hangi hastane?
B-Evde.
D-???
B-Evde ebeyle doğurdum.İlki sezaryendi.
D-Nasıl yani? (Bir iki dakikalık şaşkınlıktan sonra gülerek) Senin sana benzeyen bir kız kardeşin var mı?Varsa ben evlenmek istiyorum.
B-Var da,evli.Zaten bana da benzemez.

Adamcağız Eren'in yanında açık açık 'İşte aradığım kadını buldum.' diyemedi tabii,böyle kardeşten falan girdi konuya ne yapsın.Sonrasında:

D-Her şey gayet iyi.Yalnız haftaya yine getirin,kilosuna bakıcam.
B-Ben tartarım,evde bebek tartımız var.
D-Eminim sizin evde her şeyiniz vardır ama benim görmem lazım.
B-Hmm.Peki.

Bir de hastane çıkışında karşılaştık koridorda.'Bütün hastaneye seni anlatıyorum!' dedi gülerek.

Ve bu kendisini son görüşümüz oldu.

Bir daha da herhangi bir sebepten doktora gitmedik.Kilosunu 6 aya kadar evde kendim ölçtüm,ondan sonra bıraktım.Boyunu hiç ölçmedim,gerek görmedim.

Hiç aşılanmadı.

İlk 8 ay sabun,şampuan,yağ,krem vb. yok.  
Başta 6 aylık olana kadar en doğalı veya organiği de olsa cildine hiçbir şey temas etmemesiydi niyetim.Bu süre biraz uzadı.İlk 8 ay sadece suyla yıkandı.

Herhangi bir destek ve vitamin yok.

Çok sıkıntılı bir emzirme başlangıcına rağmen mama yok.  
Güzel doğumumun sarhoşluğundan olsa gerek,nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde birkaç gün içinde meme uçlarım koptu.Evet,bildiğiniz koptu.Yerlerine iki kocaman delik açıldı.Çektiğim acıyı ve yaşadığım o sıkıntılı günleri burada birkaç cümleyle anlatmam zaten olanaksız olduğundan mümkün olduğunca kısa tutacağım.Sütüm çok boldu ve yeterli emziremediğimden hatta sağmak bile bir işkenceye dönüştüğünden memelerim tıkandı.İlk tıkandığında gece ateş ve titremeyle uyandım,ertesi gün masaj ve sağmayla geçirdik.İkinci kez tıkandığında yine geçer diyerek benzer yöntemleri denedim ama her geçen gün kötüye gitti,sol göğsüm kavun kadar şişip morardı.İlk gittiğimiz doktor areolanın tam kenarından (yani göğsün kahverengi bölümünün) keseceğini yalnız bir hafta kadar emziremeyeceğimi söyledi.Aklımıza yatmadı,başka bir doktora gittik.Areoladan uzak,daha iç kenardan kesilerek memeyi boşalttılar.Kesilmeyeyim diye evde doğurdum ama yine de kesilmekten kurtulamadım anlayacağınız.Doktorun birkaç gün emzirme demesine rağmen ertesi gün uygun bir pozisyon bularak o mememden tekrar emzirmeye başladım.Yalnız,memelerin bir zekası var hakikaten.Sol taraf hasarlıyken sağ taraf kapasitesinin iki katı süt üretmeye başladı.O tek memeden, ikizlerim bile olsa rahat rahat emzirirdim,öyle diyeyim.
O ıstırapla bana yıllar gibi gelen birkaç haftadan sonra durumum düzeldi.

Ana kucağı ve puset yok. 
Sling var.Wrap sling.İlk üç ay uyuduğum anlar dışında hiç çıkarmadım slingden desem abartmış olmam.Orada uyudu,uyandı,emdi,etrafı keşfetti.Gün içinde kucağa bu kadar doyduğundan olsa gerek akşamları yatırdığımızda 7-8 saat uyuyordu.Emzirmek için de asla uyandırmadım.Böylece ilk üç ay uykusuzluk nedir bilmeden geçip gitti.

Hazır bez yok. 
Yıkanabilir bezler var.Tuvalet iletişimi var.

Katı gıdaya geçişte panik yok,ona özel yemek pişirmek yok.
Çoğu anneyi sıkıntıya sokan bir süreç.Nasıl başlamalı?Ne kadar vermeli?Ne zaman vermeli?Bunlara takılmadım hiç.Sofraya ilgi göstermeye başladığı andan itibaren önüne biz ne yiyorsak ondan koydum veya eline tutuşturdum.Zaten 1 yaşına kadar yenidoğan sıklığında emdiği için doyup doymamasına takılmadım,çoğu zaman neyi ne kadar yediğini takip bile etmedim.

Ateşe müdahale yok,ilaç yok. 
Yaklaşık 11 aylıkken ateşlendi.Sadece kuru ateş.İkinci gün ateşin birazcık fazla olduğunu hissedip,sırf merakımdan ölçtüm:40.6
İlk ateşiyle rekora koştu yani Ayşecik. Aynı gün anladım 6.hastalık olduğunu.Haklı da çıktım.Anne teşhisi öyle doktor teşhisine benzemez,kolay kolay yanılmaz.Ertesi gün de vaziyet aynıydı.Üç gün boyunca kucağımda baygın gibi yattı.(Benim müdahaleden kastım sadece ateş düşürücü vermemek değil,duş ve kompres de buna dahil.)Sonra ateş işini bitirdi ve çekti gitti.Geriye bütün vücutta döküntüler bıraktı.Ve tabii biraz daha güçlenmiş bir bünye.
Bu arada genelde ateş ölçmediğimden ellerim bir ateşölçer kadar geliştirdi kendini.Yani sadece elimle,ateşin kaç olduğunu neredeyse noktasına kadar bilecek duruma geldim.

Ayşe'nin olabilecek en huzurlu ve en mutlu bebeklerden biri olmasının bütün bu yaptıklarıma (ve yapmadıklarıma) bağlı olup olmadığını asla bilemeyeceğim tabii ki.Seçtiğimiz yolun dışında bizi nelerin beklediğini hiçbir zaman bilemediğimiz gibi.Fakat yürekten inanmak serbest seçtiğimiz yola,değil mi? Öyle de yapıyorum.Böyle mutlu bir bebeğe sahip oluşumun yazdığım her bir cümleyle ilgisi olduğuna inanıyorum.

Temel konularda bugüne kadarın bir özetidir bu.Tavsiye değil,kişisel karar ve deneyimlerdir.İlginizi çeken bir nokta olduysa değil bana;kimseye bakmayın,kulak asmayın ve lütfen önce kendiniz titizlikle araştırın.

Her şey ve herkesten önce kendi aklınıza,sağduyunuza ve içgüdülerinize güvenin.


*Başlık = 'The Other Baby Book' + Başka Bir Okul Mümkün'






9 Aralık 2013 Pazartesi

Kış ve kreş için bağışıklık desteklerimiz



'Kreşe/okula başlayan çocuk çok sık hasta olur.' denir hep.İnandığım şeyde haklı çıkmanın rahatlığıyla söyleyebilirim ki bu önerme doğru değilmiş.Kreşe başlayan çocuğun kaderi hasta olmak değilmiş.Doğru olabileceğine inancım zaten yoktu ama aklımın uzak bir köşesindeki 'acaba?'yı da kreşe rağmen hastalıksız bir kışı tecrübe etmekte olarak silmiş oldum.

Ali kreşe yaz tatili dönüşü,yani 4,5 ay önce tam 4 yaş itibariyle başladı.Henüz kışın ortasında olmamıza rağmen bu yazıyı yazmak istememin sebebi, çoğu kimse tarafından kritik olarak nitelendirilebilecek kreşin ilk aylarını ve havaların dengesiz olduğu mevsim geçişini arkamızda bırakmamız;kışın geri kalanının da bizim için farklı olmayacağına sonsuz inancım ve kış bitmeden tecrübelerimin belki bazılarınızın işine yarayacağını düşünmemdir.Daha önce bu yaşa sıfır ilaçla geldiğini yazmamdan sonra kimilerinin 'Hele bir kreşe başlasın da o zaman görüşelim.'diye düşündüğünü tahmin edebiliyorum.Hatta tahminden de öte,biliyorum.Bu düşüncesinde iddialı olanları haklı çıkaramadık ne yazık ki.

Bütün hastalıklar bağışıklık meselesidir.Kreşle,salgınla,mikropla,bakteriyle ilgisi yoktur.Bağışıklığımız güçlüyse o hastalığa yakalanmayız veya yakalansak bile olabilecek en hafif şekilde atlatırız.Bunu;gribi kiminin ayakta atlatması,kiminin yatak döşek yatması,kiminin ise gripten ölmesi şeklinde örnekleyebiliriz sanırım.İşte aslında hayattaki birçok şey gibi,hatta hayatın ta kendisi gibi sağlığa doğru bakış açısı da bu kadar basit.Temel kural bu kadar kolay.Basitliğin yadsındığı,karmaşıklığın yüceltildiği günümüzde,işte bu kadarcık basit bir kavrayış bile aklınızdaki sağlığa ait çoğu sorunun cevaplanmasını sağlayabilir.

Lafı fazla uzatmadan sonbaharın gelişiyle birlikte başladığımız desteklerden bahsedeyim kısaca:

1)LİMON 



Her sabah kahvaltıdan önce bir limon suyunu (suyu az çıkarsa iki limon sıkıyorum,bir çay bardağının dörtte üçü kadar oluyor miktar olarak) ailecek içiyoruz.Ayşe yarım limon içebiliyor henüz.Limonun soğukken pek suyu çıkmaz aklınızda olsun.O yüzden akşamdan çıkarıyorum dolaptan veya sıkmadan önce sıcak suyla dolu bir kapta biraz bekletiyorum.Haftada 7 kilo limon tüketiyoruz ortalama.Öncesinde veya sonrasında bir miktar su içmiş oldukları için sulandırmadan veriyorum.Yadırgamadan içiyorlar.

2)SARIMSAK


İki akşamda bir yani gün aşırı,yatmadan önce büyükse bir diş,küçükse 2-3 diş sarımsağı birkaç parçaya bölüp,o parçaları da biraz ezerek suyla hap gibi içiriyorum.Ezmek gerekiyor çünkü sarımsağın etken maddesi allicin o şekilde ortaya çıkıyor.Başta alıştırmam zor oldu ama şimdi yatmadan kendisi hatırlatıyor.

3)FERMENTED COD LIVER OIL 


Morina karaciğeri yağı.Fermente olanı makbul.Türkiye'de bulunmuyor.Amerika'ya giden birinden isteyebilir veya Amazon'dan alabilirsiniz.Geçen sene eşimin diş eti kanamalarında faydalanmak üzere almıştık.Sorunu hallolunca içmeyi bırakmıştı.Berbat bir tadı varmış fakat.Eşim öyle bir anlattı ki ağzıma bile sürmedim ben.Ama Ali'ye acımadan veriyorum,orası ayrı.Çocuklarda kullanımıyla ilgili tavsiyeler ve dozaj ayarlaması için şunu okuyabilirsiniz: Mama Natural Cod Liver Oil

Günlük yarım tatlı kaşığı yani bir çay kaşığı kadar kullanılması öneriliyor.Ben iki günde bir,yine yatmadan önce,bir çay kaşığı veriyorum.Tadından dolayı tek başına vermekten korktuğumdan,aşağıda yazdığım bal karışımıyla karıştırıyorum.


                                       (Şimdiye kadar kimse 'cod liver oil'ın tadını seviyorum dememiştir.)

Faydalarıyla ilgili şu yazıya da bir göz atmak istersiniz belki: Benefits of FCLO

4)ÇÖREKOTU VE ZENCEFİLLİ ORGANİK BAL

Küçük bir kase balın içine göz kararı çörekotu ve toz zencefili karıştırıyorum.

5)KEFİR


Evde yaptığım kefiri yaz kış düzenli tüketiyoruz.Probiyotiklerden zengin besinlerin bağırsak florasını sağlam tutarak bağışıklığı ne kadar güçlü kıldığını anlatmama gerek yok zaten sanırım.


Bunlar adı üstünde sadece destek.Esas olan daha önce de belirttiğim gibi genel olarak bağışıklığı destekleyen bir yaşam tarzı sürmektir.Yani meyve ve sebzeden zengin doğal beslenme,herhangi bir hayvanın sütünü içmemek onun yerine bitkisel sütlerden (badem,susam ve kendir) faydalanmak,sebze-meyve ve faydalı tohumlarla hazırlanmış 'green smoothie'leri kafaya dikmek,yeterli uyku,her gün açık hava (dolayısıyla yeterli D vitamini),bol hareket,el yıkamaya (asla antibakteriyel sabunlarla değil) önem vermek gibi.Şimdiye kadar hiçbir ilaç kullanmamış,özellikle ateşe müdahale etmemiş olmamın da onun güçlü bağışıklığı üstünde çok önemli bir yere sahip olduğunu biliyorum.

'Çocuğuma bunları asla yediremem/içiremem.' gibi yakınmalara asla ikna olmayacağımı belirtmek isterim bitirirken.Kendi çocuklarım haricinde hiçbir çocuğun huyunu suyunu annesi kadar bilemeyeceğimden bu konuda kimseye yardımcı olamam ama istenirse mutlaka bir yol bulunur,anneler bulur,ondan eminim.




13 Kasım 2013 Çarşamba

Amaan sağlıklı olsun da...

                                                            'Anneler...Doğumunuzu sahiplenin.'

Başlıktaki cümleye katılmamak mümkün mü?Tabii ki her şey gelip geçtikten,doğum bittikten,bebeğimizi kucağımıza aldıktan sonra herkes tarafından istenen ve beklenen budur.

Fakat doğumuna hazırlanmayanlar,doğumuyla ilgili sorumluluk almayıp,tüm sorumluluğu bu devirde en hafif tabirle 'saflık' örneği göstererek,'doktoruma güveniyorum' adı altında doktoruna bırakanlar tarafından (güven iyidir,kontrol daha iyidir) sanki daha farklı bir vurguyla telaffuz ediliyor gibi geliyor bana.O vurguyu duydum mu,ki bu genelde diyalog fazla ilerlemeden hemen başlarda sarfediliyor,o konuşma benim için başlamadan bitiyor.Karşımdaki bu konu üzerinde araştırmaya hevesi olmadığını ya da öneri duymaya isteği olmadığını bu cümleyle anlatıveriyor. Bunu çok defa tecrübe ettim.

Sonuçta arzu edilenin annenin ve bebeğin sağlıklı olması,doğum sürecine -doğumun esas sahibi olduğumuz halde- ağırlığımızı koyamayacağımız anlamına mı gelir? Süreci yoksaymamızı mı gerektirir?Sağlıklı olmaktan kastımız sadece nefes alıp verir halde,hayatta olmak mıdır?

Anne ve bebeğin doğum sonrasında azami sağlıkta olabilmesi için öncelikle sorgulamamız,sonrasında çok iyi araştırmamız gereken ana başlıklar var: Epidural,suni sancı,epizyotomi,doğumdan sonra kordonun kan atımı bitmeden kesilmesi,bebeğe yapılan K vitamini iğnesi ve Hepatit B aşısı,ten tene temasın en kısa sürede sağlanması gibi.Bu başlıkların kâr-zarar hesaplarının çok iyi yapılması,enine boyuna araştırılması gerekir.Çünkü hepsinin anne ve bebeğin sağlığına kısa ve uzun vadede,olumlu veya olumsuz etkileri olabilir.

Hayatımızdaki pek çok özel güne doğuma hazırlandığımızdan çok daha fazla emek ve mesai harcıyoruz.Evleneceğiniz güne ne kadar öncesinden hazırlanmaya başladınız bir düşünün.Veya çocuğunuzun doğum günü partisine?

Doğuma hazırlanmak sadece hastane odasını nasıl süsleyeceğini veya doğumdan sonra dağıtılacak şekerleri düşünmek demek değildir.

Çok daha fazlasını gerektirir.







9 Kasım 2013 Cumartesi

Tuvalet iletişimimizin özeti/Bezsiz Ayşe


'Bezsiz Bebek' kitabıyla ilgili daha önce yazmıştım.O zamanlar Ayşe'ye hamile bile değildim fakat yöntem aklıma yatmıştı,doğduğu zaman uygulamaya niyetliydim.Aslında esas niyetim doğduğu zaman başlamaktı,o yazıyı yazarken öyle düşünmüştüm fakat sonra doğumun telaşı,iki çocuklu hayata alışma,evin düzeninin değişmesi falan derken unuttum gitti.Aklım başıma Ayşe 5 aylık olduğunda geldi.Daha da gelmeyebilirdi aslında ama şansıma şu yazılar çıktı karşıma o dönem:

Bezsiz Bebek Fizyolojisi

Bezsiz Bebek/Tuvalet İletişimi Yöntemi

Geç başlayanlar için (5-18 ay) tuvalet iletişimi

Bunların üstüne son derece kararlı bir şekilde bezi çıkardım.Ve tabii ki sıradaki ilk çişten payımıza düşeni aldık.O ilk hayal kırıklığı yerini 'Ne yani?şimdi bütün zamanımı bir dahaki çişi bekleyerek mi geçireceğim?'e bıraktı ki bu soru iki çocuklu evin zaten yeterince yorduğu zihnimde soğuk duş etkisi yaptı,zavallı aklım bunu algılayamayarak bir süre dondu kaldı.Ve evet bir sonraki çişi de anlayamadık,ıskaladık ve takip eden aylarda daha birçoğunu da.Ama evde bir daha hiç bez takmadım,uyuduğu zamanlar dışında.Aslında bezsiz yatırmayı da kendimi biraz zorlasam becerebilirdim fakat uyandığı anda yataktan hemen kalkıp tuvalete götürmek bana zor geldi açıkçası.Çoğu sabah uyandıktan sonra kısa bir süre kendi kendine oyalanıyor ve bu dakikalar benim için altın değerinde.Ve bu zamana kadar yerlerden temizlediğim çiş sayısı 2 yaş itibariyle tuvalet eğitimi verilmeye çalışılan bir çocuğun 'kaza'larından daha fazla değildir ama,bunu rahatlıkla söyleyebilirim.Kakayı ise nerdeyse başladığımız ilk günden beri hiç kaçırmadık diyebilirim.Evet,5 aylıktan bu yana hiç kakalı bez yıkamadım.

Yukarıda linklerini verdiğim yazıları okursanız bu süreçte dönem dönem duraklamaların olabildiğini göreceksiniz. 'Tuvalet iletişimi'nde bulunan her anne-bebek gibi biz de bu zorlu(!) yollardan geçtik.Dişti,ataktı derken 1 yaşı devirdik.Ve 1 yaşla beraber iletişimimiz adeta akmaya başladı.Hatta coştu.Bütün çiş ve kakalar hiç sektirmeden,gayet net ve itinayla söyleniyor.Geceleri bezlemeye devam ediyorum ama yine,uyku tatlı gelmeye devam ediyor çünkü bana.Dışarı çıkarken de havalar soğuduğundan ne olur ne olmaz diye bağlıyorum fakat onu da bırakmamız an meselesi.Çünkü söyledikten sonra uygun bir yer veya tuvalet bulup yapmasına yardımcı olana kadar tutuyor.

Aşağıdaki videoda bir bebeğin nasıl 'işaret' verdiğini göreceksiniz. Daha fazlasını isterseniz Youtube'a 'elimination communication' yazarak birçok başka video izleyebilirsiniz.




Evet,bizim özetimiz bu şekilde en kısa haliyle.Tuvalet iletişiminin de özeti şu paragraf bana kalırsa:

''Tuvalet iletişimi terimi ilk kez Ingrid Bauer tarafından 2001 yılında ortaya atılmış. Bauer’e göre tuvalet iletişimi, bir bebeği emzirmek veya kucağınızda taşımak gibi somut ve pratik bir davranış. Ve bu davranış, ideal olarak, sevgi ve şefkâtle sürdürülebilir. Tuvalet iletişimi, özünde, bebeğin ihtiyaçlarına cevap vermektir. Tuvalet iletişimi ile ilgili diğer her şey —bezden kaçınmak, daha az para harcamak, çevreye olan etkileri, kuru bir yatak, daha az iş— ikincildir.

Bir bebekle tuvalet ihtiyacı üzerine iletişime geçmek tuvalet bağımsızlığını öğretmeye odaklanmış lineer bir süreç değildir. Nasıl emzirmenin hedefi, emzirmeyi bırakması değil de beslenmesidir, tuvalet iletişimi de emzirme gibi, bebeğin ihtiyaçlarına cevap vermenin bir yoludur. Tuvalet bağımsızlığı elbette kaçınılmaz bir sonuçtur ama tuvalet iletişiminin asıl hedefi değildir. Emzirmenin de tuvalet iletişiminin de esas amacı, bebeğinizle sevgi dolu bir şekilde ilgilenmektir, şimdi, şu anda.''

22 Ağustos 2013 Perşembe

İlaçsız 4 sene

                               'En iyi ilaç,insanlara ilaca nasıl ihtiyaçları olmayacağını öğretmektir.'

Yıllar önce gittiğim bir konserinde Sezen Aksu orkestra arkadaşlarıyla arasındaki muhabbetin güzelliğini anlatırken seyircilere 'Aman ha,gözünüze mukayyet olun!' diyerek gülmüştü nazar değmesinden korktuğunu belirterek.

Aynı şeyden korkan biri olarak bu yazıya başlamadan önce bu söz geldi aklıma birden. :)

Oğlum birkaç gün sonra 4 yaşını bitiriyor.Bir anne olarak belki de bana en mutluluk veren şeylerden biri onu bu yaşa 0 (evet yazıyla sıfır,ne bir kaşık şurup,ne ateş düşürücü ne başka bir şey) ilaçla getirebilmiş olmamdır.Hiçbir tahlil yaptırmamış ve bir kez bile kan aldırmamış olmamız da cabası.Fazla hastalandığını da söylemeyeceğim çok şükür.Birkaç kere en fazla iki gün süren nezle,birkaç sefer ateşlenmesi ve yine ağır ateşli seyreden el-ayak-ağız hastalığı dışında bir hastalığı olmadı.En son doktora 1 yaşındayken gitmişti.Bir daha da gitmedi.Bu süre içinde bahsettiğim hastalıkları geçirirken bile doktoru aramışlığım yoktur.Hali hazırda bir doktoru da yok zaten.

Bunun için inanarak uyguladığım şeyler var tabii ki.Uzun uzadıya yazacak vaktim ise yok.Fakat kısaca özetlemeye çalışayım.En önemli nokta ilaçsız bir yaşam olabileceğine,vücudun kendi kendisini iyileştirme kabiliyetine sonsuz bir şekilde inanmak,ilaç dışı rahatlatma yöntemleri hakkında nispeten bilgi sahibi olmak ve modern tıbbın günümüzdeki pratiğine eleştirel bir gözle bakabilmektir.Çocuklarımın sağlığının ve kendi sağlığımın sorumluluğu öncelikle bana ait,herhangi bir doktora değil.Bu konuda durduğumuz nokta burası olabilirse eğer,herhangi bir hastalık karşısında tavrımız da son derece soğukkanlı olabiliyor.İşin püf noktası bu bana kalırsa.

Bu temelin dışında,düzenli beslenmesine ve uyumasına son derece dikkat ettiğimi söyleyebilirim.Özellikle son bir senedir kendisi meyve,yemiş ve çiğ sebze ağırlıklı besleniyor.Karışmıyor,saygı duyuyorum.Bolca badem sütü tüketiyor.İnek sütü hiç içmedi.Bu konuda görüşler farklı olsa da kendim yeterli araştırmayı yaptığıma inandığımdan beri,bunun hastalanmamakta önemli bir etken olduğuna inancım son derece kuvvetli.İlgileniyorsanız inek sütünün,hele hele pastörizasyon vb. işlemlerden geçmiş sütün zararını lütfen kendiniz araştırın.

Bebekliğinden beri -kışın en soğuk havalar da dahil- dışarı çıkmadığımız gün olmadı.Kışın evde kalorifer yaktığımız zamanlar bile sınırlıdır.Sadece soğuk kırılsın diye bir müddet yakar,sonra kapatırız.Evin sıcaklığı 22 derecenin üstüne çıkmaz.

Soğuktan,tozdan,topraktan yani doğal olan hiçbir şeyden sakınmam fakat kimyasallardan olabildiğince uzak dururum.

Ateşi severim.Asla müdahale etmem.Müdahale etmemek bir yana ölçmem bile.Kaçsa kaç,önemi yok nasılsa. :) Ateş bir hastalık değildir,vücudun hastalıkla başa çıkma yöntemidir. 'Give me a fever and i can cure the child.' demiş Hipokrat bile.Yani 'Bana ateş verin ki çocuğu tedavi edebileyim.'

Bağışıklığı destekleyen yaşam tarzımızın yanında huzurlu,sevgi dolu ve duygularını ifade edebilmesinin desteklendiği aile ortamı,şefkatli dokunuşlar,bol bol sarılışlar da önemli elbet.Yaz kış güneşten azami faydalanmak,asla güneşten koruyucu krem kullanmamak,kışın vücudunun elektriğini alması için şifalı olduğuna inandığım tuzlu su banyoları da son anda aklıma gelenler.

İnsanın içselleştirdiği bir inanışı ve yaşam tarzını anlatması zor aslında.Elimden geldiğince ifade etmeye çalıştım yine de.Darısı kızımın da başına diyeyim.

Bu sene kreşe başladı.Kreşle beraber hastalıkların da başlayacağı söylenir hep,bakalım yaşayıp göreceğiz.Desteğin dozunu arttırmayı planlıyorum sadece.Çocukluk çağı hastalıklarından korkumuz yok evelallah.

Daha kötüleri de bütün çocuklardan uzak dursun zaten...




15 Mayıs 2013 Çarşamba

Doğum videom



Youtube'daki evde doğum videolarında Türkiye'yi temsil ediyorum. :)

13 Şubat 2013 Çarşamba

İmza:Kızın*




Geçen akşam baktım Eren konuşuyor,Ayşe gülüyor.Birden kızımda kendimi gördüm,Eren'de seni.Sahi,bir zamanlar ben de senin işte bu kadar minicik kızındım.Kimselerin kucağına vermediğin,o hastayken lokmaları önce kendin çiğneyip ağzına verdiğin,kuş gibi beslediğin...Bilinen lafın aksine,görmemişin kızı olmuş misali...

Bazen çocukluğundan bahsedersin baba,ağlayasım gelir.Hiç kıyamam senin çocukluğuna,küçücük yaşta çalışmana,öğle aralarında Ankara tavası yaptırıp,belki de boyundan büyük tepsiyi soğumasın diye ellerin yana yana,koşa koşa evine taşımana...Annelik ne tuhaf...Senin çocukluğuna da annelik yapasım geliyor bazen.Çocukluğunu bana verseler,kendi çocuklarımın imkanlarında bir çocukluk yaşatabilsem ona da...Öpsem,koklasam,sımsıkı sarılsam çocuk Ferruh'a...

Gençliğinde top oynadığı takımın kaptanı olduğundan arkadaşları için hep 'Kaptan Ferruh' kalan babam...

Geçen yıl Fenerbahçe'nin başına gelenlerden,başkanın içeri alınmasından sonra hasta olup yataklara düşen 'hasta Fenerli' babam...Çok şükür futboldan (senin kadar olmasa da) anlayan Fenerli bir damat bulabildim sana,yoksa dilinden kurtulamazdım yıllarca.

Sadece futboldan değil bütün sporlardan anlayan,sumo güreşçilerinin bile adlarını ezbere bilen,gece yarılarına kadar snooker,boks ve tenis maçları seyreden,Federer yenilince hayata küsen babam...

Bayramlarda bayram namazına gitmesini bekleyen anneme 'Bir imamla evlense çok mutlu olurmuş bu kadın!' diyerek bizi güldüren beynamaz babam...Yine de doğduktan sonra çocuklarımın kulaklarına ezan okuyandın.

Bizi hep güldüren,her an espri düşünen,yaptığı esprilere de 'Ben yaptım,gülmek en çok benim hakkım.' diyerek herkesten çok gülen babam...

Kafası çalışan,sorgulayan,düşünen babam...Bilhassa memleket meselelerine kafa yoran,şimdilerde olup biteni yıllar öncesinden gören,söyleyen solcu babam,sosyalist babam,muhalif babam...

Önüne ne zaman ne konulursa hiç itiraz etmeden yiyen,yemeyi olduğu kadar yedirmeyi de seven babam...

Bilmediği tek bir Türk Sanat Müziği şarkısı olmayan,son zamanlarda 'Keşke zihnimdeki binlerce şarkıyı ben ölmeden senin zihnine kopyalayacak bir teknoloji geliştirilse Öykü.' diye hayıflanıp duran kulağı güçlü,sesi güzel babam...


Senin bir gün ölme ihtimalin en büyük korkum oldu yıllarca ve belki de öyle hala...Neyse ki 120 yaşına kadar yaşayacağının garantisini verdin de biraz olsun sıyrıldım bu korkumdan.

Yüzünün,her mimiğinin fotoğrafını gözlerimle çekip zihnime kaydetmişim baba.Yaşadığım müddetçe silinmez bunlar hatıramdan.Ayrı şehirlerde oluşumuz hep bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi hissettirse de çoğu zaman,yetiyor gözümü kapatmam seni özlediğimde o fotoğraflara doyasıya bakmama...

Şifalı ve şefkatli ellerini alır yanaklarıma koyar,defalarca öper,öperim...

Seni tarifsiz seven kızın

Öykü




*'İmza:Kızın'ın tanıtım filmi burada.


20 Kasım 2012 Salı

Ayşe Ekin'in evde doğumu



İkinci doğumumun üzerinden bugün tam iki ay geçti.Ben ise doğum hikâyemi yazmak için klavyenin başına ancak oturabildim.İlk doğumumdan bu yana geçen üç senede yüzlerce doğum hikâyesi okuyan ve benzeri bir hikâyeyi yazmanın hayallerini kuran ben, nedense hayalim gerçek olunca, bu gerçeği basit ve sıradan bularak, yazmaya değer bulamadım bir türlü. Bu iki ayda vaktimin çok sınırlı olması da tabii ki başka bir etken ama esas sebep diğeri...Kendimi bazen hiç anlayamıyorum. :)

Aslında bu hikâyeyi doğuma zihinsel hazırlık, fiziksel hazırlık ve doğum ânı şeklinde üç bölüme ayırarak yazacaktım ama hem vakitsizlikten hem de okuyanları sıkmamak adına sadece doğum ânını yazmaya karar verdim.Yine de zihinsel hazırlığı kısaca özetleyecek olursam: Evde doğurmaya karar verişim belli bir zaman aldı evet ama kısa bir zaman. Bu karara nasıl vardığımı anlatmaya çalışırsam bunun, yani kendimi ifade etmeye çalışmanın beni yoracağını hissettim şu anda. Kısaca, doğuma ve modern tıbbın doğuma yaklaşımına belli bir bakış açısı geliştirebilmiş olanlar zaten bu kararımın nedenlerini ben anlatmadan da kolayca anlayacaklardır.

Daha önce okuduğum iki evde doğum hikâyesinde bahsi geçen ebe Gail Johnson'la bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım ve hamile kalmadan önce yazışmaya başladık.Yazışmaya başlamamızdan kısa bir süre sonra hamile olduğumu öğrendim ve ilerleyen zamanlarda gelişi konusunda karşılıklı anlaştık. Gebeliğimin ortalarında Gail bana Ankara'da yaşayan ve onunla benim gibi sezaryen sonrası evde doğum yapmak isteyen Amerikalı bir anneden bahsetti. Birbirimize çok yakın oturuyorduk ve beklenen doğum tarihlerimiz arasında sadece bir hafta vardı. Bu hepimiz için büyük bir şans oldu.Ebe dünyanın bir ucundan kalkıp gelmişken iki doğum birden yaptıracak,bizler de masrafları bölüşecektik. Sadece benim doğumum için gelecek olsaydı onu son bir ay evimizde misafir edecektik,ama diğer annenin Bilkent'te okutman olması dolayısıyla Bilkent Üniversitesi'nin misafir lojmanlarından birini kiraladık. Bu da hepimiz için çok iyi oldu.

Doğurduğum tarihten tam üç hafta önce âdet sancısına benzer sancılarım başladı.Hatta ilk başladığında öğlendi ve ben akşama doğururum zannetmiştim,nerden bilebilirdim üç hafta daha süreceğini? Ha bugün ha yarın derken zaman geçti. Bütün âdet öncesi belirtiler vardı bu haftalar içinde. Sıcak basması, içsel sıkıntı vb...Haftada bir ebem muayene ediyordu, her şey yolundaydı.

Doğurdum doğuracağım derken neredeyse Gail'in dönme zamanı yaklaştı. Bu arada diğer anne benim doğumumdan üç gün önce doğurdu. Uzun, yorucu ama çok güzel bir ev doğumuyla kavuştu o da bebeğine.
Ne kadar rahat olmaya çalışsam da hafiften gerilmeye başlamıştım.Tabii ki Gail doğumuma katılmadan gitmeyecekti ama biletini değiştir, lojmanın tarihini uzat falan derken hesapta olmayan işlerle uğraşmak zorunda kalacaktık. Daha fazla gerilmek yerine bebeğimle konuşmanın daha iyi olacağını düşündüm ve yürekten çağırdım onu.Her şeyin hazır olduğunu, hepimizin onu beklediğini söyledim. Annesini dinleyeceğini biliyordum.

18 Eylül günü sabah ikide kasılmalarla uyandım. Zaten üç haftadır sürmekte olan kasılmalarımın şiddeti artmıştı. Herkes uyuyordu, kimseyi uyandırmadım. Annem ve babam da doğum için bize gelmişlerdi. Biraz dolaştım evin içinde, biraz Amerika'da yaşayan bir arkadaşımla konuştum internette. Zaman tuttuğumda 5 dakikada bir düzenli kasılmalarım olduğunu gördüm. 'Öğlene doğururum herhalde.' diye düşündüm hatta. Sonra saat beş gibi uyuyakaldım ve sabah kalktığımda kasılmalarımın düzensizleştiğini fark ettim. O gün bütün gün boyunca sürdü fakat dediğim gibi düzensizdi.

Akşam yemeği için Gail bize gelecekti.O gün tam 41 hafta bitiyordu.Kasılmalarım olduğu için gelirken ne olur ne olmaz diye doğum çantasını da hazırlayıp getirmişti yanında.Beraber güzel bir yemek yedik.İstersem kalabileceğini söyledi ama ben gitmesini istedim.Kasılmalarım düzenli gelmeye başlarsa Eren alıp gelecekti.O gittikten sonra yattım.Birkaç saat sonra,yine saat sabah tam ikide uyandım.Bu seferki kasılmalar daha kuvvetliydi.Sesime annem ve babam kalktılar.Biraz başımda durdular,sonra yatmaları için ısrar ettim.Başımda beklemelerinin bir anlamı yoktu ne de olsa.Sabah beşe doğru kasılmalar üç dakikada bire düşmüştü.Eren'i uyandırdım ve o da Gail'i getirmeye gitti.

Sabah herkes kalkınca kahvaltımızı yaptık.Bu arada halamı da çağırdım,doğum fotoğraflarımızı o çekecekti çünkü.Evde annem,babam,eşim,halam,oğlum ve ev işlerine yardımcı ablamız vardı.Ama herkes kendi havasındaydı.Öyle olmasını istediğimi çok önceden söylemiştim çünkü.Ben 3 dakikada bir bağırıyor,inliyor sonra bir sonraki kasılmaya kadar evde dolaşıyor,şarkı söylüyor,internette zaman geçiriyordum.Aralarda annem ve halam dönüşümlü masaj yapıyorlardı.Kasılma esnasında masaj istemiyordum.Sadece birisinin,ki bu iş genelde Eren'e düşüyordu, güçlü bir şekilde kalçalarımı iki yandan ortaya doğru sıkıştırmasını istiyordum.Bu şekilde yanlardan bastırmak çok iyi geliyordu.

Oğlumu süreçten tamamen koparmak istemediğimden ve yaşı itibariyle -3 yaşında- olumsuz etkilenmeyeceğini hissettiğimden yanımda kalmasında bir sakınca görmedim,bilakis bunu istedim.Gerçi gün içinde dedesiyle beraber parkta geçirdi zamanının çoğunu ama evde olduğu zamanlarda da öpücükleriyle annesine tam destek verdi.

Sabah 9'da Gail muayene etmek ve açıklığa bakmak istediğini söyledi.Beraber odaya geçtik.Bu muayene doğumun kendisi kadar acı vericiydi diyebilirim.Serviksimin arkada olduğunu ve parmağıyla onu öne doğru getirmeye çalıştığını söyledi.Açıklık ise 2 cm. idi.
Bu muayeneden sonra korkumdan bir daha fazla göz göze gelmemeye çalıştım kendisiyle,tekrar muayene etmesi gerektiğini hatırlar belki diye. :)  Kasılmalar aynı sürede ve şiddette devam ediyordu.
Öğleden sonra 3 gibi korktuğum başıma geldi ve tekrar muayene için uzandım.Açıklık 3 cm olmuştu.Kooskocaa 6 saat geçmişti ve ilerleme sadece 1 cm miydi?Az da olsa moralim bozuldu, ki normalde hafta, cm, gr vb. matematiksel hesaplara takılmam ve inanmam doğal olaylarda.
Akşam 9'a kadar yine aynı tempo devam etti. Bir ara rahatlamak için ılık suyla doldurduğumuz havuza girdim.'Ebelerin epidurali' diye bilinen ılık su maalesef bende beklenen etkiyi yapmadı.Yani girince çok rahatladığımı söyleyemeyeceğim ama yine de içinde biraz vakit geçirdim.

Akşam 9'da Gail tekrar muayene etmek istedi.Bu sefer canım geçen seferkiler kadar çok yanmadı çünkü serviksim öne gelmişti.Bunun iyi haber olduğunu söyledi.Fakat açılma 4 cm.di. 6 saatte 1 cm açılma kuralını bayağı benimsemişti görünüşe bakılırsa bedenim. :) Artık uykusuzluğun da etkisiyle iyice yorulmuştum.Zihnim bulanmaya başlamıştı. Bir kadeh şarap içip yatmamın iyi gelebileceğini söyledi ebem.Zaten o söylemese ben söyleyecektim bunu ona. Gerçekten de şarabı içtikten sonra gevşedim ve bir yarım saat,40 dakika kadar uyudum. Benim epiduralim bu oldu. Kalktığımda Gail'in doktorumla telefonda konuşmakta olduğunu duydum. Doğumun gidişatından kendisini haberdar etmek istemişti.Hastaneye gitmek durumunda kalırsak doktora son anda haber vermiş olmayalım diye,saygısından yani.Doktor hastaneye gidersek suyumu patlatıp bekleyeceğini,doğum hızlanmazsa tekrar sezaryen olacağımı söylemiş.Gail odaya gelip bana bunu söylediğinde moralim iyice bozulmadı desem yalan olur.Yatağın kenarına oturdum kaldım. Biraz düşündükten sonra Gail'in teklifini kabul ettim ve suyumu patlattı. Aynı anda kasılmaların düzenli ve güçlü gelmesine yardımcı olacak bir homeopatik remedi (caulophyllum) aldım ve oksitosin salgılanmasını arttırmak için meme ucu stimulasyonuna başladık hiç durmamacasına. Ben bıraktığımda Eren devam ediyordu ve bu anlar sırasında daha sonra hatırlayıp çok güleceğimiz oldukça komik sahneler meydana geldi. Aslında niyetim suda doğurmaktı ama artık sık sık muayene etmesi gerektiğini ve bunun suda zor olacağını söyleyince ebem maalesef bunu gerçekleştiremedim.

Ve asıl doğum işte bundan sonra başladı. Kasılmalar iyice şiddetlendi ve dalgalar artık adam boyuna vardı. Kendimi bir mutfakta buluyordum bir salonda...En son yatak odasında buldum,nasıl gittiğimi hiç hatırlamadan...Yatağa naylon ve eski çarşaflar serildiğini gördüm ve kimin yaptığını merak ettim bir an. Ikınma hissim gelmemişti daha fakat Gail'in sözünü dinleyerek kasılmaları kaçırmadan,geldikçe ıkınmaya başladım. Bir yere çömeliyordum,bir yatağın üzerinde dört ayak pozisyonunda duruyordum,artık o anda nasıl rahat ediyorsam. Bir ara Gail yatağa sırt üstü yatıp dizlerimi karnıma çekmemi söyledi. Kabul etmedim.Yatarak doğurmak en son istediğim şeydi çünkü.Kısa bir süre sonra şuurumu kaybetmeye başladım. Bunda nefesimi kontrol edemememin de etkisi var. Çok hızlı soluk alıp vermeye başladım ve bir ara bayılacak gibi oldum.
Sanki suyun içinde biri kafama bastırıyor,nefessiz kalıyorum,aklımı kaybediyorum,sonra ebemin veya Eren'in bir sözüyle tekrar yüzeye çıkıyorum.Bir ara 'Ikınamayacağım! Ikınamam Eren anlamıyor musunuz? Felç olurum ıkınırsam.' dediğimi hatırlıyorum.O an koşarak hastaneye gidip sezaryen olmak geldi içimden. Sanki bütün vücudum ortadan ikiye ayrılıyordu. Doğum sonrasında kalıcı bir âraz kalacağından korktum. Gail'in 'Ne diyorsun sen? Bebeğine zarar vermek mi istiyosun?' demesiyle üstüme yine bir deli kuvveti geldi. Eren yatakta oturmuş,ben artık onun bacaklarının arasına çömelmiş vaziyetteydim. Oda karanlıktı. Ebemin elinde bir el feneri ve ayna vardı. Aynaya bakmamı söyledi ve bebeğimin siyah saçlarını gördüm o anda. Bütün gücümü toplayarak,son derece kuvvetli bir biçimde ıkındım bunu görünce ve o anda sanki yaralı bir hayvan böğürerek, göğsümü yırtarak çıktı içimden. O hayvani ses benim sesimdi. Hâlâ o ânı hatırladıkça kendimi ayağa kalkmış, kollarımı iki yana açmış durumda resmediyorum zihnimde, halbuki çömelir vaziyetteydim. Anlatması zor...'Ateşten halka' diyorlar ya başın çıkış ânına,çok doğruymuş, hatta yetersiz bile bence...'Head is out,one more push (Başı çıktı,bir kere daha ıkın.)' dedi Gail.Tekrar bütün nefesimi içime doldurarak var gücümle ıkındım ama gücümün hepsini kullanmama gerek kalmadan, ıkınmamın yarısında bir balığın içimden kaydığını hissettim. O ânı videoya çekmekte olan halamın ve Eren'in 'Geldi geldi!' çığlıklarını duydum. Çıkar çıkmaz göğsüme aldım bebeğimi.Sarhoş gibiydim.Doğum kafası diye bir şey varmış hakikaten. :) Hâlâ görüntüleri izledikçe halime gülüyorum. Eren 'Cinsiyetine bak.' dedi. Bacaklarını araladım ve 'Erkek!' diye bağırdım. Eren de 'Kız!' dedi. Benim gördüğüm kordonmuş meğerse bacaklarının arasında. :) Cinsiyetini bilmiyorduk ama erkek olacağından adım gibi emindim. Kız olması bana hayatımın sürprizi oldu diyebilirim.
Bebeğim çıkıp ağladığı anda oğlum da uykusunda ağlamış.İki kardeş aynı anda...Annemle babam da tam onun odasına gidiyorlarmış,bizim odanın önünde bebeğin ağladığını duymuşlar. Onlar da odaya girdiler. Hepimiz ağlıyorduk. Bir babam öpüyor beni,bir annem,bir halam,bir Eren...'Böyle bir şey olmaz,böyle bir şey olmaz...' diye sayıklıyorum ben,yerde oturmuş kalmışım.Yaklaşık bir 6-7 dakika sonra bir ıkınma hissi daha geldi ve ayağa kalkmak istediğimi söyledim ve küçük bir ıkınmayla plasentayı da doğurdum. Bir kabın içine koyup inceledik. Büyük bir ciğer gibi,üstündeki damarlar ise aynı bir ağaca benziyor. Çok değişik,çok güzel göründü gözüme. Hâlâ derin dondurucuda bekliyor ne yapacağıma karar vermemi. :) Kan akışı durunca Eren kordonu kesti.Yatağa geçtim,bebeğim göğsümde. Hemen buldu memeyi emmeye başladı. O an ne kadar sürdü hatırlamıyorum,sonra Gail aldı bebeği ve ölçüp biçti. :) 3910 gr ve 53 cm. Sonra beni muayene etti,yırtığım yoktu. Bunu büyük ölçüde çömelerek doğurmama borçluyum. Bir de Gail'in doğum sırasında perineme yağla yaptığı masaja.

Tekrar bebeğimi kucağıma aldım. Emmeye başladı ve yaklaşık bir saat boyunca emdi. Bir ara kalkıp duşa girdim ve sonra üçümüz güzel bir uykuya daldık.

Burada sözünü ettiğim kişilerden biri olmasaydı bu doğum böyle olmazdı. Herkesin çok ama çok emeği var.En çok da Eren'in...Başından beri beni sonuna dek desteklediğini hissettirdi.Doğumda en az benim kadar gayret sarfetti.Endişeleri vardı mutlaka ama bana bir kere bile hissettirmedi.Yapacağıma inandı,inanmadığım zamanlarda inandırdı.O bana bir kez daha âşık oldu,ben de ona bir kez daha âşık oldum. Bebeğimle beraber yine ve yeni bir aşk doğurdum.

Evet uzun,yorucu,zor ama evimin sıcaklığında bir o kadar coşku,huzur ve sevgi dolu bir doğum yaşadım.Hiçbir anında 'Keşke...' yok,her anında  'İyi ki...' var.

Doğumun ertesi günü Gail'le konuşurken,'Doğumunu yazacak olursan bütün çıplaklığıyla gerçekleri yaz,süsleyip püslemeden.' dedi. 'Tamam.' dedim.

Ve işte yazdım.




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...