30 Eylül 2010 Perşembe

Thoreau'dan...


İşte bizim engin,yabanıl,inleyen anamız Doğa;bir leopar gibi olanca güzelliğiyle,çocuklarına olanca şefkatiyle,yayılmış her yere.Ne var ki çok zamansız kesildik memesinden;ve toplumun,yani insanın sadece insanla ilişki kurduğu o kültürün içine düştük.
Henry David Thoreau
Ben tekrar onun kollarına,memesine dönmek istiyorum.Şimdilerde elimden geldiğince,kısa da olsa her fırsatta...Ama biliyorum ki bir gün -çok uzun bir zaman almayacak bu,hissediyorum- elim bir topraktan çıkacak yeni fidemizi okşayarak,bir ağaca uzanacak verdiği ilk meyveyi tatmaya;bir göğsümü dayayacağım bahçedeki çama,bir sırtımı yolun başındaki çınara...

29 Eylül 2010 Çarşamba

Sünnet!



Erkek çocuk anne-babasıysanız eğer,sünnet konusu doğumdan itibaren gündeminize girer.Dini inancınız olsa da olmasa da bu konu fazla sorgulanmaz,üzerinde düşünülmez.Kısa kesilir! anlayacağınız :)

Türk toplumunun hassas noktasıdır,ama bir bakalım sünnet neymiş?

Temelde dört tip erkek sünneti vardır:

1.tip:Bu tip,üstderinin tamamen kesilmesini içerir.Sünnet derisinin penisten tamamen ayrılmadan kesildiği bu sünnet türü en basitidir.Asya'nın bazı ülkelerinde,Afrika'nın bazı yerlerinde ve bazı Pasifik Okyanusu adalarında yaygındır.

2.tip:Genelde Yahudiler tarafından uygulanan sünnet şeklidir.Sünnetçi,sol eliyle üstderiyi sıkıca kavrar.Çıkarılacak miktarı belirledikten sonra,penis başını korumak için bir koruyucu yerleştirir.Sonra koruyucu hizasından üstderiyi bir defada keser.Operasyonun bu bölümüne milah adı verilir.Mukoz tabaka ortaya çıkarılıp merkezden koronaya kadar yırtılır.Bu kısma da periah adı verilir.

3.tip:Bu tip genelde penisin tüm derisini soymayı içerir.Güney Arabistan'da ortaya çıkmıştır ve muhtemelen hala uygulanmaktadır.

4.tip:Bu tip,idrar kanalının testislerden penis başına kadar yarılıp açılmasını içerir.Aborjinler tarafından hala uygulanmaktadır.





Kadın sünnetinin de dört türü vardır:

1.tip:Ya sadece üstderinin alınmasını ya da klitorisle birlikte kesilmesini içerir.

2.tip:Klitorisin ve küçük dudakların kısmen veya tamamen kesilmesini içerir.

3.tip:Dış ve iç dudakların kesilmesini ve vajinanın dikilerek girişin kapatılmasını içerir.

4.tip:Hepsinin yanı sıra vajinanın kesilmesi,yakılması,dağlanması gibi bir vahşeti içerir.



Kadın sünnetiyle erkek sünneti arasında temelde bir fark yoktur.Her ikisinin de temel amacı cinsellikten alınan hazzı azatmaktır.Kadın sünneti daha küçük bir alanda uygulanırken,erkek sünneti daha çok toplum tarafından benimsenmiştir o kadar...

Üstderi sadece bir deri parçası değildir

Üstderi insan bedenin gelişmiş,duyarlı,işlevsel bir organıdır.Koruyucu işlevi,duyarlılık işlevi ve cinsellik işlevi vardır.Sünnet,işte bu sağlıklı deri dokusunun en az yüzde elli birini,hatta yüzde seksene varan bölümünü yok eder.Oysa doğa,penisin üzerindeki deriyi penisin tamamını kaplaması için yaratmıştır.

Bir doktor,ortada tedavi gerektiren bir durum yokken bir çocuğu anne babası istedi diye ameliyat edebilir mi?Anne baba istedi diye sağlıklı bir çocuğun kulak memesini kesebilir mi?Göz kapağını alabilir mi?Başka hangi ameliyatı bir doktor anne babalrın taleplerine göre,kendisini savunamayan bir başka insan üzerinde gerçekleştirebilir?Oysa sünnette yapılan tam olarak budur.

Günümüzde hala sünnetin gerekçesi olarak gösterilen cinsel yolla bulaşan hastalıklar,penis kanseri,fimosis,penis başının iltihaplanması,idrar yolları enfeksiyonu,AIDS gibi hastalıkların sünnetle hiçbir alakası yoktur.Bunlara dair herhangi bir bilimsel kanıt mevcut değildir.(Daha ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıda verdiğim kaynaklara göz atınız.) Kaldı ki sünnet yüzünden zarar gören ve ölen çocuk sayısı bütün bu hastalıklara yakalananların sayısıyla rahatlıkla yarışır.

Kadınların dış genitalleri de enfeksiyonlara maruz kalabilir diye alınmalı mı?İlerde çürüyebilir diye sağlam dişinizi çektirir misiniz?İlerde kızınız rahim kanseri olabilir diye rahmini şimdiden aldırır mısınız?Abartılı örnekler mi?Aradaki fark ne?



Sünnetin gerekli olduğu çok az durum vardır:

Donma:Donmanın en son noktasında kısmi ya da tam amputasyon yapılabilir.Kangrenli bacağın kesilmesi gibi.

Kangren:Diyabet veya alkolizm,kan dolaşımı sorunlarından dolayı üstderinin kangren olmasına neden olabilir.

Kanser:Üstderi kanseri oluşursa sünnet gereklidir.

Bunların hiçbiri yoksa kim ne derse desin sünnet gerekli değildir.


Yenidoğan sünneti

Son yıllarda bebeğin daha az acı hissedeceği,yarasının çabuk iyileşeceği,sonradan hatırlamayacağı gibi sebeplerle yenidoğan sünnetinde büyük bir artış var.Fakat bunların hiçbiri doğru değildir.

Anestezi kullanıldığında acıyı azaltıyor fakat tamamen ortadan kaldırmıyor.Ameliyat sonrası da acı henüz geçmeden etkisini yitiriyor.

Bazı doktorlar bebeğe lidocaine iğnesi vuruyor.İğnenin kendisi en az sünnet kadar acı verici.Ayrıca daima etkisi olmadığı gibi,sinirlere ve damarlara da kalıcı zarar verebiliyor.

Sünnet sonrası bebeğin nörolojik şok nedeniyle uyuyor görünmesi anestezi yapıldığı izlenimi uyandırabiliyor.

Sünnet sonrası davranış değişiklikleri de artık sıklıkla rapor edilmeye başlanmıştır.Anne ile bağlılıkta sorun,uyku problemleri,durgunlaşma bunların başlıcalarıdır.Olumsuz sonuçları olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra ortaya çıkmakta,o zaman da sünnetle bağlantısı kurulmamaktadır.

Kısacası pipi yarası çabuk iyileşiyor belki ama,ya ruhundaki yara?

Daha yazılacak çok şey var,merak ettiklerinizi aşağıda verdiğim adreslerde bulabilirsiniz.

Son olarak kişisel notum:

''Ezber''e pabuç bırakmayacağımı annelik manifestomda belirtmiştim.Siz de bırakmayın.Okuyun, bilgilenin,araştırın,SORGULAYIN!

İçinize sinmeyen, aklınıza yatmayan bir şeyi yapmayın...Bütün dünyayı karşınıza almak pahasına bile olsa...

Yararlanılan kaynaklar:

Nil GÜN Sünnet!Sünnetle ilgili yalanlar ve gerçekler Kuraldışı Yayınevi

http://www.intactamerica.org/

http://www.nocirc.org/

http://www.mothersagainstcirc.org/

http://www.askdrsears.com/html/1/t012000.asp

http://www.askdrsears.com/html/10/t101500.asp

http://www.drmomma.org/2010/02/dr-dean-edell-statement-on-circumcision.html

6 Eylül 2010 Pazartesi

Yaşasın basit hayat!

30'lu yaşlar bana iyi geldi.

Anne olmak da öyle...
Yüzümü doğadan,doğaldan yana dönünce hiçbir soru işareti kalmadı kafamda.Zihnim berraklaştı,düşüncelerim netleşti.

Kendimi buldum ben...

Sadece yiyecek,içecek,kullandığımız kimyasallar çerçevesinde değil;davranışlarım ve tepkilerim anlamında da...

*********

Basitleşiyorum gün geçtikçe.Her şeyin en basiti,en sadesi cezbediyor beni.

Düşüncelerim mesela;artık bir erkek gibi düşünmeye başladım.İçinde kırk tilki dolaşan kadın beynimi çıkarıp attım.Her lafın altında bir anlam aramaya çalışmayı bıraktım.Sözlerimin altına bir anlam yüklemeyi de...

Düpedüz dümdüz oldum! :)

Aynı bir erkek gibi...Küçük bir örnek:Bir şey evetse evettir hayırsa hayır.Sorulduğunda neyin var diye,bir şey varsa söylüyorum,yoksa yok diyorum.Derdimi öğrenmeleri için ısrar edilmesini beklemiyorum.

Bütün dış seslere kulaklarımı tıkadım,benim iç sesim bana o kadar yetiyor ki...Meğer ne kadar güçlüymüş de haberim yokmuş.

Çocuk yetiştirmeyi ele alacak olursak mesela -ki en çok bu noktada işe yarıyor belki de o iç ses- bütün uzmanların canı cehenneme ! diyorum,diyebiliyorum.Bu işin uzmanı varsa o da benim!Bir kediye,köpeğe öğretebilir misiniz nasıl annelik yapması gerektiğini?Buna ihtiyacı var mıdır?Bize neden öğretmeye kalkıyorlar?Neden?Çünkü biz buna izin veriyoruz.Başka sesleri kendi iç sesimize tercih ediyoruz.

Kızacağın zaman kızarsın,seveceğin zaman seversin.Bu kadar!

Doğal ol,basit ol,kendin ol...

************

Gıda konusunda fazla bir şey söylemeye gerek yok zaten.Her zaman en doğalı,en katkısızı,en basiti.

''Gerçek gıda '' için savaşmak lazım artık...

Çaba harcamak,incelemek,etiket okumak,kafa yormak lazım...Ne acı...

Ama maalesef böyle, yoksa Yılmaz Özdil'in dediği gibi ne verirlerse onu yiyeceksiniz!

Ah ne çok seviyorum bu yazısını ben...

*************

Uzun zamandır evdeki kimyasallarla da başım dertteydi.

Şimdi teker teker vedalaşıyorum hepsiyle...

Yer silme deterjanları,çamaşır makinesi deterjanı,yumuşatıcı,kireç önleyici,bulaşık makinesi parlatıcısı,lavabo açıcılar,tezgah ve yüzey dezenfektanları,cam-sil,mobilya parlatıcıları...

Ne çok zehir varmış evlerimizde yahu,yazarken yoruldum!

Vücut nemlendiricileri,duş jelleri,hiçbir işe yaramayan pahalı kremler...

Hatta şampuan!

Hatta diş macunu!

Hepsiyle vedalaşıyorum.



Basitlik zor geliyor artık insanoğluna,karmaşıklık kolay...

Vay be!

Hakikaten enterasan bir zamanda yaşıyoruz.

Birçoğunun doğal alternatifi yok gibi mi geliyor? Var!

Bunlar da başka bir yazının konusu olsun.

***************

Güzelim Datça bizi bekliyor şimdi.Tazecik bademler,mis gibi zeytinyağları,zeytinyağlı sabunlar,küçücük köy pazarları...

Sonrasında da bir hafta Bodrum-Gökova arasında tekne...Sakin koylar,dalıp dalıp çıkmak,balık tutmak;oğlum kollarımda, sevgilimin kollarında güvertede uyumak...

YAŞASIN BASİT HAYAT!

Dönünce görüşürüz!

5 Eylül 2010 Pazar

Mavi ışık

Bu şiiri Behçet Necatigil'in,o kadar hoşuma gitti ki...
Basit ama bir o kadar içten cümleler...

Her şeyin basiti güzel,doğalı güzel,sadesi güzel...


Sen bir çiçeksin,
Annen saksı.
Azıcık hastalansan
Odalar yaslı

Sevincimiz, üzüntümüz
Hep sana bağlı,
Senden gelir gücümüz
Doğan güne karşı

Bizim çocukluğumuz
Karanlık paslı,
Sen güneşlerde yaşa
Altın saçlı!

Gökten düşen mavi ışık,
Mavi ışıklarda dünya.
Evlerin yaşaması
Sen olunca.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Onlar bizden zeki!




Düşündüklerimi başkalarının da düşündüğünü görünce mutlu oluyorum.Gerçi bazen 'kimse benim gibi düşünmüyor' diye düşünmek de beni mutlu etmiyor değil hani.

Aşağıdaki yazı 28.09.2009 tarihli Radikal'den...


ÇOCUKLAR SANDIĞIMIZDAN ZEKİ

26/09/2009
'The Philosophical Baby' (Filozof Bebek) adlı kitabın yazarı Berkeley Üniversitesi'nden psikolog Alison Gopnik'e göre çocuklar yetişkinlerin sandığından kat kat zeki. Yani anne babalar puzzle'lar, eğitim setleri, pahalı okullar, özel derslerle çocuğun zekâsını artırayım derken sadece kendini rahatlatıyor, aslında çocuğun canına okuyor


Tüm anne-babalar çocuklarını ‘daha zeki’, ‘daha bilgili’, ‘daha yetenekli’ yapmaya çalışır. En pahalı özel hocalar onların çocuklarına ders versin, en iyi okullara onların çocukları gitsin, en iyisi hep onların çocuklarının olsun isterler. En mantıklı ve serinkanlı olanlarının bile, mesele çocuk yetiştirmek olunca gözü döner. Onlar ‘Aman oğlanı şu çok ünlü ve çok pahalı okula sokalım’, ‘Kızı baleye yazdıralım’, ‘Zekâ geliştirici oyuncak, kitap, hatta mümkünse hap falan alalım’ dedikçe, insan da ‘Bir bildikleri var demek ki’ diye düşünür. Neyse ki Amerika, Berkeley Üniversitesi’nden psikolog Alison Gopnik bir kitap yazdı da bütün bu yöntemlerin boş olduğunu, çocuğu zeki yapacak şeyin bu beyhude çabalar olmadığını, bir çocuğun en iyi okullara gitmeden, zekâ geliştirici oyuncaklarla hemhal olmadan da pekâla zeki, huzurlu, mutlu, iyi bir insan olabileceğini anlattı, içimiz rahatladı. Gopnik kısaca çocuğu ‘daha fazla’ yapacağım diye uğraşmayın, o zaten ‘fazla’ diyor. İşte Gopnik’in kitabıyla ilgili olarak, The New York Times için kaleme aldığı makale...


Nesillerdir psikologlar ve filozoflar, bebek ve çocukların rasyonel düşünceden nasiplenmemiş, mantıklı düşünme yollarından geçmemiş, egosantrik ve ‘tamamlanmamış yetişkinler’ olduklarına inandırdı bizi. John Locke, çocuk zihnini ‘boş bir yazı tahtasına’ benzetti, psikolog (Titri ‘terbiyeci’ diye geçiyor aynı zamanda) William James, çocukların dünyasını ‘Uğultulu bir keşmekeş’ diye tanımladı. Bugün gelinen noktadaysa araştırmacılar, çocukların hiç de ‘edilgen’ varlıklar olmadığını, aksine sandığımızdan daha zeki olduklarını söylüyor.


Yapılan son araştırmalar, çocukların sofistike bir düşünme ve güçlü bir öğrenme yeteneğine sahip olduklarını gösterdi. Geçen sene British Columbia Üniversitesi’nden Fei Xu ve Vashti Garcia’nın yaptığı bir araştırmada çocuklar ‘olasılık’ fikrini gayet güzel anladıklarını ispatladı. Sekiz aylık bebeklerle yapılan araştırmada, bebeklere içinde birkaç tanesi kırmızı olan beyaz pinpon topuyla dolu bir kutu gösterildi. Bir süre sonra kutunun içindeki kırmızılardan dört tanesi çıkarıldı, bebekler pinpon topu dolu kutuya daha bir dikkatli bakmaya başladı, farkı algıladı.

2007 yılında M.I.T’den Laura Schulz ve Elizabeth Baraff Bonawitz’in yaptığı araştırma da, çocukların neden-sonuç ilişkilerini anlama konusunda iyi olduklarını ortaya çıkarmıştı. Aynı yıl ben ve Tamar Kushnir, Berkeley’de bir araştırma yaptık. Bu araştırmada çocuklara ellerindeki cihazı çalıştıran sarı ve mavi butonlar verdik. Sarı olan üç defa basışta iki kez, mavi olan altı basışta iki kez çalıştırıyordu makineyi. Çocuklar bir seferde bu deneyin mantığını çözdü ve sarı butonu kullanmanın daha akıllıca olduğunu anladı.

Bu araştırmaların sonucunda üzücü olan nokta şu ki, bunları anlattığımız ebeveynler, çocuklarının kapasitesinin ne kadar yüksek olduğunu görüp seviniyor ama yine de onlara eskisi gibi davranıp yeteneklerini aşağı çekiyor. Sürekli bebeklerini daha zeki yapacağına inandıkları oyuncaklara, oyunlara, para tuzağı eğitim programlarına başvuruyor, bildikleri yöntemlerden şaşmayıp çocuğun ‘boş’ sandıkları zihnini tıka basa doldurmaya çalışıyorlar.

Odaklanmaları gerektiğini kim söyledi?

Anne-babalar çocuklarının öğrenme güçlüğü çekmesinin nedeni olarak, odaklanma sorununu ortaya koyar. Uzmanlarsa şimdi tek kaşlarını havaya kaldırıp şu soruyu soruyor bu çokbilmiş anne-babalara: Kim demiş çocukların odaklanması gerekiyor diye? Bu, yetişkinlerin derdi. Çocuklar odaklanmadan da öğrenebilir, anlayabilir, alacağını alır, posa bilgiyi de reddeder. Bu şahane değil mi?

Ayrıca yapılan son araştırmalar gösteriyor ki, çocuklara öğrenme yöntemi öğreteceğim derken aslında onların gözünde komik duruma düşüyoruz. Bir kere çocuklar öğrendikleri bir şeyi tekrar öğrenmek gibi bir zahmete girmiyor. Öğrendikleri bilgiyi zihinlerine hemen kaydediyor ve bir daha onunla uğraşmıyorlar. Yani biz yetişkinler gibi öğrendiklerini unutmuyorlar. Biz bilgileri de, deneyimleri de çabuk unutuyoruz. O yüzden çocuğunuza zaten bildiği bir şeyi daha ayrıntılı, daha geniş çapta anlatacağım diye uğraşmayın, yorulmayın. Çocuklar yetişkinlerin sandığı biçimde bir ‘amaç’ları olmadan da eğlenebilir ve deneyim kazanabilir. Yani her işi ‘amaca yönelik’ yapmaz ama bu da fena bir şey değildir. Amaca yönelik iş yapmak ‘öğrenilmiş’ bir şeydir.

Çocukların harika bir özelliği daha var; odaklanacakları şeyi kendileri seçiyorlar. Siz istediğiniz kadar çocuğunuzun bir anda belli bir nesneye, duruma, renge odaklanmasını isteyin; o odak nesnesini kendi seçiyor ve bu bir problemin işareti falan da değil. Çocuklar beklenmedik durumları, olayları, nesne ve kişileri yetişkinlere göre daha iyi ayırt ediyor ve bu durumun nadirliğinden haklı olarak büyüleniyor.

Meşhur deneyi bilirsiniz. Bir grup yetişkine bir video izlettiriliyor ve mesela bir tanesinde oyuncuların kaç kez paslaştıklarına dikkat etmeleri isteniyor. Cevaplar doğru ya da yanlış geliyor bir bir: 12, 20 ,18... Aslında bu deneyin amacı pas saydırmak değil tabii ki. Amaç, yetişkinlerin ne kadar da ‘söyleneni yapan ve amaca odaklanan ve bu sırada da pek çok önemli ayrıntıyı kaçıran insanlar olduklarını ispatlamak. Videoda oyuncuların arkasından goril kostümlü biri geçiyor ve yetişkinlerden başka bir şeye odaklanmaları istendiği için koskoca goril kostümlü kişiyi görmüyorlar. Yani görenlerin sayısı çok az!

Bebekleri yetişkinlerden daha zeki yapan bir başka faktör de beyindeki sinir sayısı farkı. Bebek ve çocukların beyninde yetişkinlere göre daha fazla sayıda sinir hücresi var, sadece bebekler henüz bunların hepsini kullanmayı bilmiyor. Yani en azından bizim kurallarımıza göre kullanmayı... Beyinde plan yapma, entelektüel düşünme, odaklanma, kontrol etme gibi sistemleri düzenleyen beyin korteksi 20’li yaşlara kadar tam olarak gelişmediği için ‘yetişkin gibi’ davranamayan çocuk ve gençleri ‘işe yaramaz’ buluyoruz ama kimyasal olarak düşünme şekli çok başka oluyor işte o yaşlarda.
Bebek beyni, doğası gereği keşfetmeye, öğrenmeye açıktır, bunun için vardır. Bebeklerin öğrenme süreci hızı yetişkinlerinkinden kat kat fazladır. Tıpkı bilgisayar programcılarının bilgisayarlar için dediği gibi; yeni ve boş bir program hızla öğrenir, yenilik katar kendisine, bilen programsa bunları kullanırken yeni bilgi katmaya eskisi kadar yanaşmaz, bildiklerini kullanmaya bakar. İşte insanlar da böyle: Bebekler keşfeder, yetişkinler uygular!

Oyuncak mı? Lütfen komik olmayın!

Yüzyıllardır, en büyük yanılgılarınızdan biri de çocuklara eğlensinler, öğrensinler, yetişsinler ve gelişsinler diye saçma sapan oyuncaklar almak oldu. Gittiniz, plastik bir oyuncak telefon aldınız misal, oysa onun gözü sizin arkadaşlarınızla saatlerce çene çaldığınız gerçek telefondaydı. Gözü de kulağı da sizdeydi, kendi elindekinin bir benzer, bir imitasyon olduğunu sonuna kadar fark ederek... Ve bilseydiniz gerçek telefonu şöyle bir evirip çevirdiğinde daha doğru bir deneyim ve eğlence yaşayacağını, siz de almazdınız zaten oyuncak olanını. Yani aslında çocuklar suretten değil asıldan, oyuncaktan değil gerçek eşyalardan hoşlanıyor. Sandığımız gibi puzzle’ların, zekâ küplerinin, kelime ya da sayı saymayı öğreten oyunların zekâya o kadar da büyük katkısı yok.

Çocuklar için üretilen oyuncaklar, oyunlar, DVD’ler, eğitim programları anne-babaların ‘yufka yüreğinin’ cömertliğinden beslenen birer pazar. Ve bu pazara akıtılan paralar dudak uçuklatacak düzeyde. Bunu bilip biraz uyanık olmakta fayda var. Çocuklar en çok kendi bildikleri yöntemle izlerken, gözlerken öğreniyor. Yani ona bir şey anlatmak yerine kendiniz doğru dürüst davranırsanız sizi gözlemleyen çocuğunuz iyi bir şeyler öğrenecektir. Biliyorsunuz, mucize çocuk yetiştirme yöntemi yok. Her çocuk özel ilgi ister ama onları sıkmayın. Size tek bir önerim var: Çocukların kapasitesini artırayım diye o kadar çaba harcayacağım derken, düşürmemeye gayret edin. Onlar zaten yeterince zeki, hatta korkunç zeki; sadece onları engellemeyin, önlerine çıkmayın, kendi bildiklerinizi dayatıp onları sıradanlaştırmayın. Onların şu anda pırıl pırıl bir beyni, acayip iyi işleyen zihinleri var ve inanın sizden daha zekiler!

İçimizdeki Stewie’ler!
‘Family Guy’ adlı çizgi diziyi izleyenler yukarıdaki yazıyı okurken ailenin en küçük üyesi Stewie Griffin’i hatırlamıştır muhakkak. Stewie henüz kıçında bezle dolaşan, bir yaşını henüz doldurmuş (ve orada kalmış) bir bebek ama anlamadığı konu, bilmediği numara yok. İçinden konuşuyor, onu bir tek evin köpeği (ya da patronu mu demeli) Brain anlıyor, anne-babası ve kardeşleri ona bebek muamelesi çekerken o etrafa okkalı küfürler savuruyor... Stewie’nin tek bir amacı var, annesi Lois’i öldürmek (Çünkü onun aptalca işlerine ve kendisine evcil hayvan ya da bir ‘bebek’ gibi davranmasına dayanamıyor) ve dünyayı ele geçirmek! Hani izlerken, geçirebileceğine de inanıyor insan halinden tavrından. O kadar zeki ki, kimse bilmese de fizikten, müzikten, politikadan, seksten anlıyor. Bush’la, Hitler’le, Amerikan halkıyla, ailesinin izlesin de oyalansın diye açtığı ‘Bugs Bunny’yle dalgasını geçiyor, acayip cool ve kendisini pek sevdirmiyor. Wizard dergisi kendisini tüm zamanların en kötücül karakterleri arasına almış bile. Amerika’da muhalif tavrı yüzünden bir ara yasaklanan bu dizinin yaratıcısı Seth MacFarlane, Stewie karakterini oluştururken, “Çocuklar gerçekten de zeki yaratıklar ve evin en küçüğü olan Stewie bunu yansıtmalı” diye düşünmüş. Stewie’yi çok seven ama abartılı bulanlar artık bu zeki ve acayip cin fikirli çocuğun gerçek hayatta var olduğuna inansın ve içimizdeki Stewie’lerin farkına varsın.

The NY Times’dan çeviren: Elif Türkölmez
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...