20 Nisan 2011 Çarşamba

20 aylık Aliş'ten haberler



Uzakta olan birçok arkadaşım bana Aliş’i soruyorlar.Neler yaptığını merak ediyorlar.Hem onlara bir cevap hem de daha sonraları hatırlayabilmem açısından,tarihe küçük bir not düşme amacıyla kısa da olsa yazmak istedim son durumumuzu.Gerçi bu blogda birtakım konulardaki fikirlerimi yazıyorum genelde,böyle ayrıntılara pek girmiyorum.Bir değişiklik olmuş olsun bu vesileyle,belki devamı da gelir.

Aliş bir hafta sonra tam 20 aylık olacak:

-Son 10-15 gündür gündüz uykularını teke düşürdü.Önceden sabah 11 gibi yatıp 1-1,5 saat,bir de 4 gibi yatıp yine bir o kadar uyurdu.Tek uykuya geçtiğinde en az 2 saat uyuyacağını düşünmüştüm ama sadece 1 saat,en fazla 1 saat 15 dakika uyuyor.Akşam da 8:30’da yatıp sabah 8 gibi kalkıyor.

-Sabahları beni öperek uyandırıyor.

-Yemeğini büyük ölçüde kendisi yiyor. Hele kaşığın kenarından höpürdeterek bir çorba içişi var ki görülmeye değer. Ben sadece kefirinden birkaç kaşık içiriyorum.Hatta son günlerde ona bile eyvallahı yok.Kaşığa davrandığım anda küsüyor.Hiç karışmayacağım artık.Başından beri yeme problemimiz olmadı ve- evet burada kendime pay çıkarmazsam çatlarım- bunu başından beri hiç ama hiç zorlamamış olmama bağlıyorum.

-Hiç biberon almadığı için nerdeyse 7 aylık olduğundan beri suyu cam bardaktan içiyor. Babası her ne kadar çoğu zaman karşı çıksa da önüne her zaman porselen tabak,cam bardak ve kendi kullandığımız metal çatal-kaşıklardan koydum.Şu anda hepsini ustalıkla kullandığını söyleyebilirim.

-Sofrayı hazırlarken ve toplarken yardım etmesini istiyorum. Bu görevi de büyük bir istek ve başarıyla yerine getiriyor.

-Muz, yumurta ve patates favori üçlüsü.

-Anne,baba,mama,elma,dede,abla en çok kullandığı kelimeler.Ama artık ne dersek söylemeye çalışıyor.Hatta geçen gün bir kitapta tırtıl ve kargayı gösterip gayet net bir şekilde isimlerini söyledi.Yine de çoğu derdini ‘oyiii’ ve ‘alikaa’ diye hafiften bağırarak anlatmayı tercih ediyor.Anlatıyor da.

-Yıkanmış çamaşırları makineden sepete boşaltıyor ve ben büyük parçaları asarken, o da kendi küçük parçalarını ve çorapları çamaşır telinin altına asıyor.

-Çok güzel bezelye ayıklıyor. Açıp önüne koyuyoruz, taneleri tek tek alıp kaba büyük bir özenle koyuyor.

-Tek başına bir şeyle fazla oyalanmıyor. Mutlaka yanında birini istiyor.

-Sevdiği hiçbir oyuncak yok. Çaydanlık, tencere ,tava ve bunlara doldurup boşalttığı bolca ceviz en çok oyalandığı şeyler.

-Kitap okutmayı çok seviyor.Yatmadan önce de okumaya başladık artık.

-Banyodan çıkarken küvette oynadığı oyuncakları duvardaki filenin içine toplayıp öyle çıkıyor. Bunu ben öğretmedim.Düzeni ve temizliği sevmesi zaten burcunun (Başak) tipik özelliği.

-Temizlik demişken,elektrik süpürgesini zorla elime verip gösterdiği yerleri süpürmemi istiyor.

-Koridorda iki topu aynı anda sürmeye çalışarak annesini topa kabiliyeti hakkında ümitlendiriyor ve belki de ilerde ikinci bir Messi olacağı yönünde hayaller kurduruyor.

-Hayvanları çok seviyor.Dergide veya televizyonda gördüklerine bile elini uzatıp açıp kapayarak ‘gel gel’ işareti yapıyor.

-Çok sevgi dolu ve içli bir çocuk.Alt dudak olur olmadık şeylerde bile rahatlıkla hemen sarkabiliyor.

Şimdilik aklıma gelen belli başlı şeyler bunlar.İyi oldu buraya not düştüğüm,çünkü bu geçen zamanlar o kadar çabuk unutuluyor ki...İlerde bir gün açıp okuyunca beni gülümseteceğine eminim.












12 Nisan 2011 Salı

İyi ki varsın Bir Dolap Kitap!



Ben küçükken tam bir kitap kurduydum.Elime ne geçerse okurdum.Annemlerle gittiğimiz bir misafirlikte falan ev sahiplerinin eski gazetelerini toplar,kucaklar,bir köşeye çekilip kalkma saatimiz gelene kadar okurdum.Aklımda kalan bir ayrıntı da,babaannemin eski gazetelerini koltuk minderlerinin altına koymasıydı.Her zaman gazete almadıkları için her gidişimde olmazdı ama minderi kaldırıp da gazeteyi gördüm mü değmeyin keyfime...



'90 yazında Mersin yakınlarında küçük bir motel işletmiştik.Bütün duvarları boydan boya eski gazeteyle dolu olan bir bodrum katı vardı.Benim tüm yazım orada,o bodrumda geçmişti.Hatta hiç unutmuyorum Anadolu Lisesi'ni kazandığımı söylemek için beni yukarı çağırmışlar,öğrenip geri inmiştim.Bir gazetenin eski tarihli olup olmaması hala önemli değildir benim için,ne de olsa okunmamış gazete her zaman yenidir.




Kitap aşkıyla doğanlardanım ben kısacası.Bir kitaba sadece dokunmak,bir kitabın kapağını okşamak,kağıt kokusunu içime çekmek bile bana zevk verir.Kitapçılarda geçirdiğim zamanlar bir terapi gibi gelir.Vakit buldukça girip,almayacak olsam bile rafları uzun uzun incelemeyi severim.Bu sayede okumadığım birçok kitabın bile iyi kötü konusunu bilirim.



Çocukken okuduklarımı düşününce 'Çocuk Kalbi'nden başka gelmiyor aklıma.Nedense bir tek onun ismi kalmış,gerisini hatırlamıyorum.



Kısa bir zaman önce tanıştım Bir Dolap Kitap'la.Tıklayıp da sayfa açılıverince heyecandan,sevinçten ne yapacağımı bilemedim.Nereyi tıklayacağımı,hangi bölümüne bakacağımı şaşırdım resmen.Bu kadar mı güzel bir site olur?Bu kadar mı dahiyane bir fikir olur?Kitaplar bu kadar mı güzel tanıtılıp,bu kadar mı güzel yorumlanır ve eleştirilir?Kitap aşkıyla dolu iki tane pırıl pırıl insan:Yıldıray ve Banu. Böyle bir fikir ürettikleri ve hayata geçirdikleri için kendilerine ne kadar teşekkür etsem az...



Ali'nin de son aylarda kitaplara gittikçe artan bir ilgisi var.Bizim evde televizyon açmak kimsenin aklına gelmediğinden,hiç ama hiç izlenmiyor desem yalan olmaz.Bir iki sefer Baby Tv'yi açtım ama hiç oralı olmadı bizimki,bir daha da açılmadı.Akşam o yattıktan sonra anne bilgisayarın başına geçiyor,baba da indirdiği dizileri seyrediyor. Televizyonun vaktimizden çalmasına izin vermemeyi sürdürdükçe,Ali'nin içine de okuma sevgisinin ilk tohumlarını layıkıyla atabileceğimi umuyorum.Oyundan kısa bir süre sıkılsa bile,yanıma oturup aynı kitabı defalarca okutmaktan sıkılmıyor.Bu da çok ama çok hoşuma gidiyor.



Ve ben bu ilk kıvılcımlardan aldığım gazla Bir Dolap Kitap'ın raflarını boşalttım sayılır.Şimdiden 100 kadar kitap aldım bile.Alışveriş konusunda oldukça temkinli olmama rağmen bu konuda kendimi kaybettim.Eren 'Yeter artık,çocuk dediğin zaten aynı kitabı defalarca okutur,bu kadar kitabı nasıl okuyacak?' dese de ben kendimi durduramıyorum.Okusa da okumasa da ben evde şahane bir çocuk kütüphanesi kurmaya kararlıyım.Bir koleksiyoner titizliğiyle çalışıyorum nerdeyse.Bir 'Tostoraman' var mesela,kitapların çoğunu aldığım Kitap Yurdu'nda bulamayınca kalktım Ankara'nın kitapçılarını tek tek dolaştım.Sonunda da buldum.Çocuk kitabı deyip geçmeyelim ayrıca;hikayeler öyle güzel,resimler öyle etkileyici ki,Ali'nin odasına girip çıkıp okuyorum bir tane.Bir de hepsinin karşısına geçip keyifle gülümserken yakalıyorum kendimi bazen.



Herkese tavsiye ediyorum bu müthiş siteyi.Ve çocuklara okuma aşkının mümkün olduğunca küçük yaşlarda kazandırılması gerektiğini düşünüyorum.



Hepinize iyi okumalar!



4 Nisan 2011 Pazartesi

İkinci bahar

Uzun bir kışı daha geride bıraktık. Bahar gelişini hissettirmeye başladı yavaş yavaş.Gerçi havaların hala sağı solu belli değil,bunları yazarken dışarıda kapalı bir hava ve rüzgar var.

Fiziksel olarak,ailecek hastalıktan uzak,ilaçsız,sağlıklı bir kış geçirdik çok şükür.Doğal beslenmenin,bu beslenmenin önemli bir bölümünü oluşturan probiyotiklerin,her gün dışarıya çıkmanın,tuzlu suyla yapılan banyoların,alışveriş merkezlerinden uzak durmanın bunda etkili olduğunu söyleyebilirim kendi tecrübelerime dayanarak.Az kimyasal çok mikrop formülünü de unutmamak gerek.Mikroptan kasıt doğrudan hastalık virüsleri değil elbette.Ali açısından düşünecek olursam,dışarıda kaldırımları –tabiri caizse-yalaması,hayvanlarla –tüyüydü,salyasıydı demeden -haşır neşir olması,hatta elinde kemirdiği somunu bahçeye yeni dökülmüş gübreye düşürdükten sonra alıp yemeye devam etmesi gibi örnekler verebilirim.Bu konuda,yani pislik konusunda sınırlarımın genişliğini öğrenmek isterseniz bir de bu yazıyı okuyun.''Sakınmak''la bağışıklığın ters orantılı olduğuna başından beri inandım,hep öyle davrandım.


Oyun grubu arkadaşlarımız güneş,yağmur,rüzgar oldu.Oyuncaklarımız ise karşı marketin önündeki köpeklere götürdüğümüz kemikler,yemek artıkları ve kuşlara attığımız ekmeklerdi.Daha zeka geliştirici bir oyuncak var mı acaba?Varsa da ben bilmiyorum.


Ruhsal olarak ise pek de sağlıklı bir kış geçirdiğimi söyleyemeyeceğim. En şiddetli fırtına bile az kalır içimde yaşadıklarımın tarifine. Küçük Japonya oldum bir nevi.Önce büyük bir deprem oldu,arkasından gelen dev dalgalarla ben yıkıldım.Yıkıldım ve yıkandım.Sonra büyük bir hızla tekrar yapılanmaya koyuldum.Harcım başkalarının aklı değil,kendi aklım oldu.Öğretilenler değil kendi yüreğim oldu.’Yapmalı,etmeli’lerden sıyırdım ruhumu.Paçamı kurtardım.Çünkü çok ‘başkaları ne düşünür’le büyütüldük biz.Bir bireyden çok başlı başına bir ‘toplum’ olduğumu hissediyordum çoğu zaman.Toplumun boğduğundan da fazla boğuyordum kendimi.Belki sıradan bir çocuk bir etkileniyorsa herhangi bir yetiştiriliş biçiminden,ailenin önem verdiği kurallardan,kalıplardan;ben bin etkilenen bir kişiliktim.İçimde koskoca bir sünger vardı sanki,her şeyi fazlasıyla içine çeken.Baktım ki,yok artık taşınacak gibi değil,ağırlaştıkça ağırlaşmış…

Bir güzel sıktım.

Ve kaldırıp attım.


Burada bir paragrafa sığdırdığım kadar kolay olmadı tabii bu yaşanılan süreç. Şanslıyım ki yorulduğumda dalgalarımı da alıp sığınabileceğim bir limanım vardı. Her anlattığımı dinleyen…Bazen anlam veremese de dinleyen...Dev dalgaların kendini aşındırmasına aldırmadan;sabırla ve sevgiyle önümde duran sevgilim…Bir kez de buradan sana teşekkür etmek isterim.


İster zincirleri isterseniz kabuğu kırmak deyin,o her neyse işte,ben bunu bu kış becerdim.

İçim içime sığmıyor.

Çünkü bu bahar ‘ikinci bahar’ım olacak benim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...