Benim başım aynen Neyzen gibi modern tıpla ( Klasik tıp,Ortodoks-Batı tıbbı,siz adına ne derseniz deyin) hoş değil.
Hastaların korkularının, endişelerinin, heyecanlarının hiç dikkate alınmadan, onların sadece bir obje olarak görülmesi modern tıbbın bir marifeti çünkü. Şu ilaçlarına, aletlerine hayran olduğumuz,doktorlarını nerdeyse ilahlaştırdığımız,her dediklerini sorgulamadan yaptığımız modern tıbbın.
Oysa tıp sadece bir bilim değil, aynı zamanda bir sanat olmalıdır. Ama modern tıp sanatı reddeder. Her şey sayılarla, istatisliklerle ifade edilir.Hastaya ‘hasta’ bile denmez;onlar ruhu olmayan birer ‘olgu’dur.’Nefes alırken göğsüne bıçak batar gibi ağrısı olan Ahmet Bey’ denmez ;’Akciğerinde nodül olan olgu’ denir geçilir.
‘Hastalık yoktur hasta vardır’ sözünün tam tersine ‘Hasta yoktur hastalık vardır’ prensibiyle hareket eder.
Hastalığınızın teşhisini doktorunuz değil,Toshiba marka MR,Olympus marka endoskop,Siemens marka tomografi aleti koyar.
Tedavi seçimi,süreleri,dozlar ilaç endüstrisinin kurmayları tarafından belirlenir.
Psikiyatr Doç.Dr. Kemal Sayar bir yazısında bakın neler diyor:
‘’Günümüzün tıp ortamına bakıldığında empati yahut hemhal oluş üzerine kurulu bir pratik göremiyoruz. Doktor; pazarlanan/reklam edilen/satılan bir ürünün sağlayıcısı,bakım ise metalaşmış,bir ticari mala dönüşmüş.Bu öylesine vahşi bir rekabet ortamı ki,özellikle meslek ahlakına yönelik yaptırımların bulunmadığı ülkemizde her türlü değerin reklama alet edilebilmesine yol açıyor.
…Tıp ahlaktan soyulduğunda, yeryüzünün en soysuz ticari vasıtalarından biri olmaya adaydır. Ancak merhamet, hemhal oluş ve ahlak ile uygulanmasıdır ki, onu kutsal bir meslek kılar.
Tıp bir şefkat mesleğidir. Şefkat ise hemhal oluşla mümkündür. Modern tıbbın ıstırabı, ıstırabın tıbbını yok saymasından kaynaklanmaktadır.’’
İşte tam da bu nedenlerden benim modern tıpla ilişkim hep mesafeli olmuştur. Sayıları artık çok azalmış olsa da, düzenin farkında olan, düzene uymayan,hastasını her şeyden önce bir insan olarak görebilen,hastasıyla empati kurabilen ‘gerçek’ doktorlar var,sözüm öylelerine değil zaten.
Ama genel olarak bu ruhsuzluk bana göre değil.
Hastayı, hastalığı bir bütün olarak ele almayıp; sadece hastalıklı organa ilaçlarla,neşterlerle tabiri caizse saldırılması bana göre değil…
Sıkıldım artık, bugün faydalı denen şeye yarın zararlı denilen haberleri okumaktan...
Tıp fakültesinden mezun olduğu gibi kalıp, kendini bir gram bile geliştirmeyen; doğadan,doğaldan uzak,bir de bunlar yetmezmiş gibi burnundan kıl aldırmayan sözüm ona doktorlardan…
Kendilerini ‘Tanrı’,neredeyse her sene değişip bir öncekini yalanlayan bilimsel(!) makalelerini ‘kutsal kitap’ zanneden ‘doktorcuk’lardan…
En doğal olaylara bile ‘hastalık’ muamelesi yapılmasından…
‘Bekle ve gör’ prensibinin hep göz ardı edilip, ilaçlardan sabırsızca ve sorgusuz sualsizce medet umulmasından…
Gerekli, gereksiz her şeyi doktora soran; tek bir doktorun fikrini, tavsiyesini, teşhisini ilahi bir emirmiş gibi görüp; kendi aklını, fikrini, iç sesini dinlemeyi, duymayı beceremeyen ‘Doktoruma sordum…‘ diye lafa başlayan ‘doktorcu’lardan.
Fenalık geldi!
Bence yukarıda da belirtildiği gibi tıp bir sanat, doktorlar da sanatçı olmalı. O kapasiteye, yeteneğe sahip olmalı. Üniversite sınavında iyi matematik ve fen neti çıkarmaktan daha başka özellikler olmalı tıp fakültesine girebilmek için. Yetenek sınavıyla öğrenci alan okullar gibi olmalı. Ciddiyim. Doktor olmak isteyenlerin empati yeteneği olmalı;elinde bir sıcaklık,şifa olmalı.
Bütün bunlardan dolayı, ihtiyacım olduğunda bir doktora, onun vereceği ilaca ‘ezbere’ muhtaç olmamak için alternatif yöntemleri hep araştırıyorum. Okudukça okuyorum.
Özellikle çocuğum olduktan sonra daha da merak saldım bu konulara. Okuyorum, bilgileniyorum ki bir hastalık durumunda boynumu büküp kabul etmek zorunda kalmayayım doktorun ağzından her çıkanı.Bu demek değil ki her söylenene karşı çıkacağım,asla ilaç kullanmayacağım.Hayır.Fakat sorgulama yeteneğimi geliştirmek ve bu yeteneğin gelişmesiyle doğru orantılı olarak ‘doğru’ doktoru seçebilmek istiyorum.
‘İlaç içmeyi/çocuğuma vermeyi sevmiyorum ama napalım…’ demekle olmuyor bu işler.
İyi peki sevmiyoruz da ne yapıyoruz?
Başka yöntemler araştırıyor muyuz?
Evet, internet bilgi olduğu kadar bilgi kirliliği de var. Dikkatli olmak lazım.
Ama ben kendi adıma,internetteki doğru bilginin kurdu oldum diyebilirim. Her alanda iyiyle kötüyü ayırma konusunda olan doğal yeteneğimi, iç sesim ve analiz gücümle birleştirince her yazılana inanmak tuzağına asla düşmüyorum.
Bütün bu okumalarım, araştırmalarım, sistemi sorgulamam,kafa patlatmam sonucunda vardığım nokta şudur ki:Benim şifa bulma anlayışıma, insana holistik(bütünsel) bir açıdan yaklaşmayı başarabilen homeopati, refleksoloji,akupunktur,geleneksel Çin tıbbı,reiki daha uygun.Eğer mevcut hastalığın bir ACİLiyeti yoksa,cerrahi tedavi gerektirmiyorsa ya da tedavisi bu dalların kapsama alanı içerisindeyse önceliği bunlara vermek isterim.
Fakat ne yazık ki Türkiye’de kendinize uygun,gönlünüze ve aklınıza yatan bir tedavi yöntemiyle şifa bulmanız biraz zor.Çok uğraşmanız lazım,bu konulardaki uzman sayısı çok az çünkü.Gönül isterdi ki her şehirde işinin ehli homeopatlar, kayropraktik uzmanları,bebek ve çocuk rahatsızlıklarında deneyimli akupunktur uzmanları bulunsun.
Ya da/ ve de insanı insan yerine koyan, işin ticari boyutunu düşünmeyen, adam gibi klasik tıp doktorlarının sayısı artsın.
Fakat inanıyorum ki insanlar doğaya ve doğala yöneldikçe, bu sorunlar ortadan kalkacak ve dilediğimiz tedavi yönteminden insana yaraşır bir şekilde faydalanma konusunda şansımız artacak.
*Bu yazımda Prof.Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın ‘Adamın biri doktora gitmiş,gidiş o gidiş…’ isimli kitabından alıntılara da yer verdim.Modern tıbbın eleştirisini bir tıp doktorunun ağzından duymak isterseniz size de okumanızı tavsiye ederim.Hele günümüzdeki çoğu doktor için yaptığı ‘ilaç şirketlerinin kucağına oturmuş finolar’ benzetmesi var ki,’Hay ağzını öpeyim!’ dedirtiyor insana…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder